"İçimde ikinci bir insan gibidir
Seni sevmek saadeti..."
Nazım Hikmet
*
"Özür dilerim Chanyeol. Özür dilerim... Çok özür... dilerim... Seni seçmeliydim... Ne olursa olsun seni seçmeliydim... Kahretsin... Ben çok..."
Elimde tuttuğum merhemi ellerimin titreyişine rağmen Chanyeol'ün kanlar içindeki sırtına dokundurabildiğimde sicim gibi yaşlar süzülmeye başladı tekrar gözlerimden. Aslında kanaması yarım saat önce durmuştu ama en ufak bir dokunuşumda yaraları tekrar açılıyor ve sırtında kan çukurları oluşuyordu, bunu görmeye dayanamıyordum. Yaptığım aptalca seçimin sonuçlarını görmek kızgın demiri kalbime saplayıp çevirmekten farksızdı.
Sarayın en yüksek katındaki odamda, yatağımın üzerinde oturuyorduk. Chanyeol'ün sırtı bana dönüktü, yüzü terasa bakıyor, uslu bir ışıltıyla gökyüzünü süsleyen dolunayı seyrediyordu. Dolunayı çok severdi. Ancak sırtını boydan boya kana bulayan çiziklerin verdiği acıyla o huzuru yaşayabileceğini sanmıyordum. Normalde beni teselli eder, suçlu olmadığımı söylerdi ancak bunu yapmayı bırakalı çok olmuş, onun tesellisinin bile beni susturamayacağını anladığı an pes etmişti.
Tahta kapı hafifçe tıklatılıp muhafız, Kahya'nın geldiğini söylediğinde düğümlenen boğazımdan konuşamayacak haldeydim. Chanyeol'ün bunu fark etmesi uzun sürmedi. Hissettiği acıya rağmen gür sesiyle "İçeri alın!" dediğinde kapı yavaşça aralanmış ve Kalfa içeri girmişti.
"Aaa! Bu ne hal böyle?" Yaşlı kadın içi kurabiye dolu gümüş tepsiyi bir kenara bırakıp koşarak yanımıza geldiğinde, bir tarafta sırtı kanlar içinde olduğu halde umursamazca gökyüzünü seyreden Chanyeol'ü, diğer tarafta hiçbir yarası olmadığı halde böğüre böğüre ağlayan beni görünce hangimizin daha kötü durumda olduğunu çözemeyen bir ifadeyle bir süre yüzümüze bakıp en sonunda işe benimle başlamaya karar verdi.
"Kuzum, ne bu hal? Neden ağlıyorsun?"
"Chanyeol... Benim yüzümden..." burnumu çeke çeke konuşmaya çalıştığımda Chanyeol devreye girerek durumu açıkladı. Kahya anlayışlı bir ifadeyle başını sallayarak önce Chanyeol'ün yaralarını sardı, sonraysa beni anne şefkatiyle kucağına yatırdı. Kahya benim dadımdı. Doğumum sırasında ölen annemin en yakın arkadaşı ve güvendiği tek kişi olduğu için annem ölmeden önce onun benim dadım olmasını istemiş, babamsa çok sevdiği karısının bu son isteğine razı gelmiş. Kendimi bildim bileli haylazlıklarımla uğraşan dadım, artık iyice yaşlanmıştı. Üstelik tek uğraştığı şey haylazlıklarımda değildi.
Bir sırrım vardı.
Yalnızca Chanyeol ve Kahya'nın bildiği bir sır...
Ben, Kayra Krallığı'nın prensesi ve tek varisi Choi Ae Ra; sekiz yaşlarımda bir gece vakti gökyüzünü seyrederken kızıl bir göktaşının semadan kayıp kalbime saplanması sonucu, daha küçücük bir kız çocuğuyken bir anda ateşin kızı oluvermiştim. İstediğimde dokunduğum her şeyi küle çevirebiliyor, ancak hala tam anlamıyla güçlerimi kontrol edemiyordum.
Bunu ilk fark eden kişi Kahya olmuş ve beni gizlice Kahin denilen bir adama götürmüştü. Babam ülkede büyüyü ve bununla alakalı her şeyi yasaklamıştı, bu yüzden ondan bile saklamıştık. Kahin, gelecekte ülkenin kaderinin ellerimde olduğu, büyük bir savaş çıkacağı ama asıl savaşın benim içimde olacağı, bir seçim yapmam gerekeceği gibi saçma sapan sözlerle bizi göndermişti. Her ne kadar ben bunlara inanmasam bile Kahya inandığı ve Kahin'e gittiğimiz öğrenilirse o zarar göreceği için yıllardır kimseye söylemiyordum, Chanyeol dışında elbette.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a n é m o n e
FanfictionÜlkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin. Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera. Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...