"Garip..." diye mırıldandı Kahin. "Çok garip." Yaşlı gözlerini sarayın kütüphanesindeki geniş camdan dışarı dikip düşen kar tanelerine bakarak. Henüz ilkbaharın ortasındaydılar ve o gece ansızın bulutlar gökyüzünü donatmaya, hemen ardından lapa lapa kar yağmaya başlamıştı. Kahin üzerindeki uzun ve salaş hırkaya iyice sarınırken buğulanan camı sağ eliyle gelişigüzel temizleyerek manzarasını netleştirdi. İnce bir kar tabakası çoktan çimleri örtmüştü. Sabahın ilk saatleri olmasına rağmen hava bir hayli karanlık ve kasvetliydi. Güne güzellik katan Güneş şimdi bulutların ardına gizlenmişti ve bir süre oradan çıkmaya niyetli gibi görünmüyordu. "Demek gerçekten dengeler bozuldu, ha?" dedi yaşlı adam, bakışlarını boşluğa dikip kendi kendine konuşarak. "Belli ki prensesin kefesi havada kalmış. Böyle devam ederse..." Yarattığı sessizlik onu ürkütmüş gibiydi, aceleyle devam etti, "belki de bir daha hiç yaz yaşanmayacak. İşte asıl savaş o zaman başlar." Derin bir iç çekti, tüm bu düşünce ve dertleri kusmak ister gibi. "Ah benim güzel kızım, kim bilir Mundeok sana ne yaptı, ne yaptı da kanadı kırık kuş gibi sinene çektin kendini..." Gözleri tekrar buğulandığında yaşlılıktan kırışmış ellerini yüzünde dolaştırıp henüz yanaklarına düşmemiş olan yaşları dağıttı. O sırada kapıda bir tıkırtı olmuş ve Jongin içeri girmişti. Kahin buğulu gözlerle ona yandan bir bakış attı.
"Hayırdır evlat? Seni bu saatte ne getirdi buraya?"
Jongin sabahlığının kuşağını bağlayarak yaşlı adamın yanına geldi. Gece karası saçları darmadağındı. Belli ki yeni uyanmış, uyanır uyanmaz da Kahin'in yanına koşmuştu.
"Kabus görmüştüm, o yüzden erken uyandım lakin dışarının vaziyetini görünce..." Buz mavisi gözleriyle dışarıyı işaret ettiğinde Kahin de tekrar bakışlarını oraya çevirdi. "Neler oluyor, Kahin? Birdenbire bu kar yağışı da nereden çıktı?"
"Bizimle alakalı bir durum değil. Tanrı'nın küçük bir oyunu diyelim. Lakin sonuçları bizi de etkileyecek."
Jongin, Kahin'in ne dediğini anlamadığını gösterircesine kaşlarını kaldırarak yüzüne baktı. "Ne demek istiyorsun Kahin? Bizim elimizde olmadığı halde sonuçları bizi de etkileyen şey nedir?"
"Kehanet." Bu sözcük yaşlı adamın dudaklarından yüzyıllık bir sırrı ifşa etmeye korkarcasına döküldü. "Yüzyıllar önce dünyada denge bozuldu ve Tanrı dengenin tekrar sağlanması için iki kişiye bu durumu düzeltecek özel güçler verdi. Ve yıllardır ne zaman tüm dünyanın dengesini sarsacak bir olay olsa bu kehanet tekrarlanır. Görünen o ki daha o olay yaşanmadan şimdiki elçilerden biri zor duruma düşmüş. Kehanete ve gücüne olan inancını yitirmiş olmalı ki diğer elçinin gücü baskın durumda. Anlayacağın bu sefer dengeleri bozan elçiler olmuş..."
Jongin şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış bir halde öylece Kahin'in yüzüne baktı. "Bu- bunu neden daha önce söylemedin?" Kahin sıkıntlı bir ifadeyle ensesini kaşıdı. Sağ elinin baş parmağında kan kırmızısı taşları olan irice bir yüzük vardı ve diğer parmaklarıyla yüzüğü çevirip duruyordu.
"Çünkü baban istemedi, Jongin. Kora her ne kadar benim bilgeliğime güvense de bu kehanete inanmadı ve sizin de böyle 'boş lakırdılarla' büyümenizi istemedi. Mühim bir vaziyet olduğunu beyan etmiştim lakin ülkeyi etkileyecek bir durum olmadığını öne sürdü. Haklıydı da, o zaman ortada kehanetin ve savaşın bir belirtisi yoktu. Oysa şimdi..." elini hafifçe kaldırıp kar tanelerini işaret etti. "Şimdi görüyorsun..."
Genç adamın buz mavisi gözleri kar tanelerinden bir kez olsun ayrılmazken yüzüne garip bir ifade çöktü. Ellerinden küçük çaplı bir titreme geçtiğinde yumruklarını sıktı ve bir an için gözlerini yumup kafasını toparlamaya çalıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a n é m o n e
FanfictionÜlkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin. Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera. Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...