Ülkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin.
Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera.
Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...
Bu bölümü uzun zaman önce yeni bölüm sözü verdiğim güzel okuruma ithaf ediyorum, hacerkaramuklu 🥰 Anémone'un daha çok kişiye ulaşması için benden daha çok çaba sarf ettiğin için sana minnettarım❤️
Hiraeth; artık dönmenizin mümkün olmadığı bir yere duyulan özlem...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"Yaralı kalbimde dağılmış yapraklar Parçalanıyor ve sana doğru uçuyor"
Akşam üzeriydi. Güneşin kızıl ışıkları uzaktan görünen ihtişamlı saraya çarpıyor, üzerinde bulunduğumuz tepeye serin rüzgarlar esiyordu. Ellerimi yanımda duran siyah atın yelesinde gezdirdim iç çekerek. İçimi hüzünle dolduran, sessizce ağlama isteğimi tetikleyen bir düğüm vardı boğazımda. Ciğerlerime yapışan bir leke gibiydi sanki. Her nefes alışımda bir acı, bir eksiklik hissediyordum.
Gerçi doğaldı bu. Kanaeki topraklarındaydım. Chanyeol'den, Kahya'dan, evimden aylarca mesafe uzaklıkta... Sahip olduğum tek şey parmaklarımda hissettiğim tüylü dostumun sıcaklığı ve her an, her saniye içimde yangın gibi büyüyen topraklarımı zulümden kurtarma isteğiydi. Ha bir de, birkaç adım gerimdeki ağaca yaslanmış, tıpkı benim gibi sarayı seyreden Jongin vardı tabi...
Ona sinirliydim. Yolculuk boyunca Sehun atı o kadar hoyratça sürmüştü ki midem ağzıma gelmişti. Bunu gören sevgili Jongin Majesteleri'mizin tek yaptığı şeyse biraz arkamızdan yolculuk edip sinsi sinsi gülmek olmuştu. Onunla yolculuk etmeyi kabul etmediğim için aklınca gurur yapıyordu.
Bir de kral olacak...
Ben de çok olgun bir prenses olarak tüm bunlara sessizce trip atıyordum. Farkında olduğundan bile şüpheliydim gerçi... Tüm yol boyunca bir kelime bile etmemiştik birbirimize.
"Bundan sonrası için birazdan bir at arabası gelecek." dedi sanki beni duymuş gibi. Bir süre önce, dinlenmek için durduğumuzda muhafızı Sehun gözden kaybolmuştu. Demek sebebi buydu. "Yolculuğun kalanını arabayla geçireceğiz. Hava tamamen kararmadan eve varmış oluruz."
Eve varmak... İç çektim derince.
Sessizce başkenti izlemeye devam ettim. Başımı örten pelerinin arasından kaçan birkaç tutam saç, sertçe esen rüzgarla birlikte savruluyordu yana. Üzerimdekiler yeterince kalın değildi ancak üşümüyordum. Güçlerim beni her zaman, bir nebze sıcak tutuyordu.
"Bana kızgın mısın, prenses?" dedi sessiz kaldığımda. Sesinde, bana karşı göstermesine alışık olmadığım bir merhamet vardı.
Bir an arkama dönüp yüzüne baktım ve alayla gülümsedim. "Ne münasebet..." diye mırıldandım tekrar önüme dönerken.
Tabi ki kızgındım.
Birkaç hışırtının ardından adım sesleri duyuldu. Yanıma geliyordu. Atın yelesini tutan elimi istemsizce, çok hafif sıktım ve sanki yanıma vardığını fark etmemiş gibi devam ettim gökyüzünü seyretmeye. Bulutların arasından geçen ışık huzmeleri o kadar eşsizdi ki, ne zaman bu vakitlerde gökyüzüne baksam daha iyi hissederdim. Benden bir şeyler taşırdı sanki bu manzara. Her baktığımda içine çekilirdim.