Not: Bölümde biraz zaman karmaşası oldu o yüzden hemen açıklayayım. İlk kısım (Aera'nın ağzından anlatılan) günün erken saatlerinde henüz hava aydınlanmamışken geçiyor. İkinci kısım (Jongin'in ülkesinde yaşananlar) aynı günün öğleden sonrasında geçiyor. Son kısımda ise Aera'nın ülkesine dönüp tekrar o günün sabah saatlerinden devam ediyor. Bu şekilde yazdım çünkü asıl önemli noktanın bölümün finalinde olmasını istedim.
"Mutluluğumun sebebi, senin benim ebediyetim oluşundur."
Exo-Angel
Koyu kahverengi pelerinimin iplerini sıkıca bağlayıp vakti anlayabilmek için gözlerimle dışarıyı süzdüğümde Dolunay gökyüzündeki son zamanlarının tadını çıkarıyor gibi, ışıl ışıl parlıyordu. Sabah olup Güneş'in doğmasına az bir zaman kalmıştı. Kızıl saçlarımı gevşek bir lastikle rastgele tutturup pelerinimi başıma geçirdiğimde aklımdaki tek şey Chanyeol'ün şu an nerede olduğuydu. Babamlar yola çıkalı beş altı saat olmuştu ve Chanyeol de hemen onların peşinden gitmişti. Her ne kadar çok iyi bir dövüşçü ve dirayetli biri olsa da tek başına yolculuk yapmak ve gizlenerek ilerlemek zorundaydı, onun için endişeliydim.
Yavaş yavaş karnıma derin bir sızı inip yüzüm terlemeye başladığında harekete geçmenin tam zamanı olduğunu düşünüp odamdan çıktım. Hazırlanmadan önce az miktarda içtiğim zehir etkisini göstermeye başlamıştı. Dişlerimi sıkarak uzun koridor boyunca yürüdüm ve karşıma çıkan ilk askere, komutanı görmek istediğimi onun yanına gidene kadar bana eşlik etmesini söyledim.
Elbette ki komutan son savaş hazırlıklarını yapmak üzere silah deposunun yanındaki büyük meydandaydı. Etrafında bir sürü asker vardı ve onlara emirler yağdırıp duruyordu. Beni görünce lafı yarıda kesildi. Bir süre gözlerimin içine baktı ve gülümser gibi oldu. Yanındaki askerlerden birine son kez bir şeyler söyleyip yanıma geldi.
"Sizi henüz gün doğmamışken buraya getiren nedir, prenses?" diye sordu nazikçe. Kahverengi saçlarını her zamanki gibi geriye doğru taramıştı. Oldukça yakışıklı bir yüzü ve heybetli vücudu vardı. Çapkın biriydi, beni de çoğu kez süzer ancak babam ve Chanyeol yüzünden pek yaklaşamazdı. Minseok'tan sonra babamın en yakınındaki kişiydi, Komutan Yixing.
"Biraz rahatsızım." dedim mırıldanır gibi. Karnımın ağrısı iyice artmıştı. Şakaklarımdan süzülen terler boynuma doğru yol alıyordu ama henüz başlığımı indirmediğimden Yixing tam göremiyordu. "Uyku tutmadı, ben de babamı sormaya geldim." Sesimin özellikle hastalıklı çıkması için büyük bir çaba harcamama gerek yoktu.
Gözlerini kısıp biraz daha dikkatli baktığında yüzümün solgunluğunu fark etti. "Çok hasta görünüyorsunuz, prenses. Hekim çağırmamı ister misiniz?"
"Lüzumu yok. Sadece biraz-" ona doğru adım atarken tökezledim, "yorgunum.". Hızla kolumu yakaladığında bedenim titriyordu. Durumu biraz daha abartıp ona doğru düşecekmiş gibi kendimi bıraktığımda askerler arasında bir cümbüş yaşandı. Komutan hızla beni kucağına alıp çadırına götürürken gözlerim yarı açıktı. Kendimi toparlamaya çalışıyormuş gibi görünmek için çaba sarf ediyordum. Pelerinimin başlığı geriye düşmüştü, başım komutanın kolundan sarkıyordu.
Yixing beni yumuşak bir sedire yatırdığında yanındaki askerlere hekim çağırmasını emretti.
"Hekim şu an sarayda değil, efendim. Yola çıkmadan önce birkaç ilaç almak için çırağıyla birlikte-"
Askerin lafı Yixing'in ayağına sert bir tekme geçirmesiyle bölündü. Asker kısık bir inilti çıkardı ancak duruşunu bozmadı.
"Gidin ve hemen bir hekim bulun, derhal!" Kısa zaman sonra çadırda sadece ikimiz kalmıştık. Komutanın çadırı oldukça büyüktü. Bir yanda orta boyda bir masa, karşısında harita ve masanın üzerinde birkaç belge yığını; öte yanda üzerinde bulunduğum sedir, küçük bir gardırop ve üzerinde yiyecek ve su mataraları bulunduran bir tezgah vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a n é m o n e
FanfictionÜlkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin. Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera. Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...