Selamm!!
Geçenki duyurudan sonra sınavlarımızda küçük bir esnetme yapıldı. Ben de bunu değerlendirip iki hikayeme de bölüm yazdım ^^ The Foxes'ın başında bahsetmiştim ama yalnızca Anémone'u takip edenler için tekrar belirteyim, duyuruda söylediklerim hala geçerli, maalesef bir süre bölüm yazamayacağım🙃 Ne kadar olacağını ben de bilmiyorum...
Yazarken beni destekleyen çok insan oldu. Gün içinde, güncel bölümde olduğu halde geri dönüp tüm bölümleri oylayanlar, yeni bölüm soranlar ya da hikayemi okuma listesine ekleyenler oluyor. Hepsine tek tek teşekkür etmem çok zor ancak hepinize çok minnettarım.
Bu bölümü de, en minnettar olduğum dostlarımdan birine ithaf ediyorum, _stitches_h 💙💙💙
Son olarak aşağıdaki şiir Nursen Yıldırım'a ait. Yorumlarınızı merakla bekliyorum, iyi okumalar 😇
"Kızgın kumlara basınca yalın ayak,
Sırılsıklam olunca yağmur altında.
Yenilince gün ışığına, kar'dan adamlarım.
Yaralarım kabuk bağlayınca.
İzin vermeden birinin gelip kabuklarımı okşamasına, seni hatırlarım.
Seni unutmadığımı, hatırlarım.
Belki ağlarım."Gözlerimi, güçlerimin olduğu bir dünyaya ilk açtığımda sekiz yaşlarındaydım sanırım. Küçük elimi avuçlarının arasına almış, başını önüne eğmiş babamın sarsılarak ağladığını gördüğüm tek seferdi aynı zamanda. Deli gibi yorgundum. Bu yüzden bir iki dakika anlamsızca bakışlarımı etrafta dolaştırmış, sonra yeniden uykuya dalmıştım.
Gerçekten güçlerim olduğunu ilk hissettiğim zaman dilimi ise, birkaç ay sonrası, annemin ölüm yıl dönümüydü. O günlerden nefret ediyordum. Saraydaki herkes siyah giyinir, yüzlerce misafir olurdu etrafta ve yaşım kaç olursa olsun babamın tahtının yanında oturmak zorunda olurdum. İnsanlar gelir, bizi selamlar ve kimi sahte, kimi sahici göz yaşlarıyla baş sağlığı dileklerini iletirdi. Babam büyük bir sabırla hepsinin dileğini tek tek kabul ederken yapmam gereken yalnızca orada oturmaktı, tüm gün boyunca ve hiç yemek yemeden.
O gün sabahın erken saati, daha tören başlamamışken mutfağa saklanmıştım. Saraydaki herkes beni aramaya koyulunca bulmaları çok uzun sürmemişti haliyle. Babam köpürmüştü sinirden, insanlara karşı onu utandırdığımı söyleyip beni odama hapsetmişti. Kolumu yakalayıp beni odanın ortasına fırlattığında başımı çarpmıştım yere. Kapı ardımdan kapanıp kilitlenirken acı bir çığlık atmıştım kalbimi tutup. Tam orada, başımdaki sızıdan çok daha fazla canımı yakan bir şey vardı zira. Damarlarımda dolaşan kıvılcım parlamıştı ancak ne ayağa kalkmaya, ne de yardım çağırmaya yetmemişti gücüm. Çığlıklarıma rağmen kapıyı açan da olmazdı zaten. Sonuçta... kralın emriydi.
Tek elini kalbine götürmüş, acıyla inlememek için dişlerini sıkan Jongin, tıpkı yıllar önce benim o soğuk zeminde yatarken yaptığım gibi ızdırap içinde, çaresizce kıvranırken korkuyla yutkundum. Kızaran gözlerimi kırpıştırıp ona doğru bir adım atmaya yeltendim ancak ona zarar verme düşüncesi istemsizce durdurmuştu beni. "Kahin haklıymış." diye mırıldandım donuk bir sesle. Dudaklarımdan dökülen sözler gözlerimin buğulanmasına sebep olmuştu. Titreyen dizlerimle birlikte halsizce, ağır ağır yere çöktüğümde kalbini tutan elleri sıkılaştı. "Kehanet gerçekmiş, başka bir elçi daha varmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a n é m o n e
FanficÜlkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin. Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera. Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...