Sarayı hakimiyeti altına alan o fırtına öncesi sessizliğe rağmen dışarıda bunun tam aksine, yaz akşamlarını kıskandıracak bir bahar havası yaşanıyordu. Yaşlı kral içinde biriken kinin Tanrı için bir hiç olmasından dolayı daha bir öfkeliydi. Ağzına kadar dolu olan kadehine göz ucuyla bakıyor, sonra sarhoş olup tüm dertlerinden sıyrılmayı kendine layık görmediği için içkiyi dudaklarına götürmüyordu. Tek yaptığı, yatak odasının bir kenarındaki pahalı koltuğa oturmak ve parmağındaki yüzüğü çevirerek gözlerini tam karşısındaki tabloya dikmekti. Tıpkı Aera'nın sahip olduğu gibi kızıl kıvırcık saçlara, küçük bir yüze ve sert bakışlara sahip kadın tablosuna... Ki zaten öz kızını görmeye katlanamamasının en büyük sebebi de bu değil miydi? Doğumuyla bir felaket olan o küçük kız, annesinin hayatı da dahil her şeyini çalmıştı. Mundeok'sa bunu yıllardır kabullenemiyordu.
Lakin yine de, ilkbaharın ılık bir rüzgarla odayı doldurduğu o gece canından çok sevdiği kadının varla yok arası tebessümünü seyrederken kısacık bir an genç kızı, biricik eşinin katili olarak değil de küçükken kapısında dikilip devlet işleriyle uğraşmasını seyreden kızı olarak gördü. Kalbinden garip bir sızı geçti ve tam da o an kızının ne yaptığını merak etti. İşte tüm bu endişe süreci yaklaşık bir dakika sürdü ve kapının açılması, Minseok'un hekimle birlikte içeri girmesiyle son buldu.
"Bunları her akşam yemekten evvel içiniz, Majesteleri. Lakin hepsinden önce beslenmenize çok dikkat etmeniz gerekiyor." Otuzlu yaşlarındaki hekim ilaç dolu tepsiyi masanın bir köşesine bırakırken Kral Mundeok hekimin dediklerini duymuş gibi görünmüyordu. Hemen köşede onları seyreden Minseok ela gözlerini hekime çevirdi ve baş selamıyla çıkmasını işaret etti. Genç adam bir ona bir krala bakıp kellesinin uçmasından korkarak sessizce uzaklaştı.
"Bir haber var mı?" Bedenini saran bitkinliğe nazaran oldukça güçlü çıkan sesi tenha odada yankılandığında, Minseok hafifçe genzini temizledi ve bir adım öne çıkarak konuşmaya hazırlandı.
"Prenses'i henüz bulamadık, Majesteleri." dedi çekingen bir tavırla. Kral sabır diler gibi gözlerini kapatıp açtı ve hoşnutsuz bir ifadeyle göz devirdi.
"Yüzlerce adamım var, Minseok." dedi gözlerini tabloya dikerek. "Sayısız savaşa girmiş, daha çocukken eğitime alınmış yüzlerce adam... Şimdi sen bu kadar insanın, iki aptalı bulamayacak kadar ahmak olduklarını mı söylüyorsun?!" Gittikçe artan ses tonu odada korkunç bir rüzgar estirirken Minseok gözlerini yere indirdi ve defalarca kez kralı selamlayıp af diledi. Mundeok'sa etrafındaki hiçbir şeyi tam anlamıyla görmüyor gibiydi.
"Komutan Yixing aramaya devam ediyor, Majesteleri. Elbet bir ipucu yakalayacaktır. Sizden birazcık daha zaman talep ediyorum." Mundeok aynı düşünceli ve umursamaz tavrıyla boşluğu seyretmeye devam etti. "Ayrıca... bir sorunumuz daha var, efendim."
Yaşlı adam bakışlarını Minseok'a yönelttiğinde hizmetkarı en sonunda efendisinin ilgisini çekebilmiş olduğunu anladı. "Nedir? "
"Silah deposundaki yangın havadisi tez zamanda yayıldı. Siz de son zamanlarda prensesin durumu münasebetiyle devlet işlerini askıya aldığınız için başından beri sorun çıkarmak isteyen birkaç topluluk baş kaldırmaya başladı. Eğer tez zamanda önlem almazsak kendi devletlerini kurmak isteyecek ve isyan çıkaracaklardır."
"Bu bahsettiğin topluluklar tam olarak hangi bölgede?"
"Ülkenin her alanında birkaç grup var lakin bildiğimiz kadarıyla merkezleri Kanaeki sınırlarında."
"İyi," diye mırıldandı Mundeok, eski umursamazlığına dönerek. "Gerekeni yap."
Bu sözler Minseok'un ela gözlerinden küçük bir ışık geçmesine sebep oldu ve yüzüne yarım bir tebessüm yerleşti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
a n é m o n e
FanfictionÜlkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin. Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera. Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...