8| Şah Mat

164 23 22
                                    

Bir rüya görmüştüm. Rüyamda topraktan bir yol uzanıyordu ayaklarımın altında. İki yanı buğdaylarla çevriliydi. Güneş ufkun ardına yeni yeni çekiliyordu. Kızıllığı hala gökyüzünü süslemekteydi. Ellerimi hafifçe buğdayların üstünde gezdirdiğimde avcuma yumuşak dokunuşlar bıraktı, bunu sevmiştim. O an, ani bir dürtüyle başımı kaldırıp tam karşıya, uzanan toprak yolun ilerisine baktığımda gözlerim Jongin'inkilerle karşılaşmıştı. Adımlarımı ona yönlendirdim. Oldukça kısa bir rüyaydı bu. Yanına varıp gözlerinin içine, dilimin ucuna kadar gelen tüm sözcükleri önüne serpmek ister gibi baktığımda buz mavisi gözleri hafifçe parıldadı. Ağır hareketlerle elimi kaldırdım yüzüne doğru, bana gülümsemeye devam etti. Gerçek olduğuna inanmak ister gibi parmaklarımı yüzüne dokundurmaya yeltendiğimde yanağında küçük bir kıvılcım dolaştı. İrkilerek geri çekildim ancak çok geç kalmıştım. Birdenbire Jongin, bir portre oluvermiş ve yanağında filizlenen alev hızla yayılarak tüm resmi sarmıştı. Korkuyla birkaç adım daha gerilediğimde kendimi, alev alan sahnenin ortasında kalakalmış aktris gibi hissediyordum. Olup bitenlere anlam veremeden gözlerim kapandı.

Tekrar gözlerimi araladığımdaysa yine alevlerin arasındaydım ve bu sefer rüya olmadığına adım gibi emindim çünkü alevlerin beraberinde getirdiği duman boğazımı yakıyordu. Canımı acıtmasa da sıcağı hissedebiliyordum ve bu sefer buğday tarlasında değil, silah deposunun tam ortasındaydım. Kollarım zemine öylece bırakılıvermiş, bedenim cenin pozisyonunu almıştı. Bu hale nasıl geldim inanın ben de bilmiyordum. Etrafı kaplayan duman yakındaki birkaç silah dışında her şeyi örtüyordu. Güçlükle ayağa kalkarken nasıl buradan çıkabileceğimi anlamaya çalışıyordum. Tökezleyerek birkaç adım attım, bir çıkış ya da kapı benzeri bir şey aradım ama yok gibiydi. En sonunda yardım çağırmaya başladım. Dışarıdan askerlerin sesi geliyordu ve acıyan boğazıma rağmen bağırabilirsem beni duyacaklarına emindim. Bu, ne kadar sürdü biliyorum lakin ben zaten bağırmaktan nefesi kesilmiş bir haldeyken koca bir el dudaklarımı örttü ve sırtımı bedenine yasladı.

Dehşetle gözlerim sonuna kadar açıldı, tam anlamıyla korkudan ölmek üzereydim. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atarken "Prenses, benim. Korkmayın." dedi bir ses.

Bu sesi duymak inanın şu ana kadar yaşadığım her şeyden daha şok ediciydi. Yavaşça eli dudaklarımdan çekilirken emin olmak ister gibi hızla arkamı dönüp yüzüne baktım. Bunu ne kadar hızlı yaparsam yapayım o an zaman bana çok yavaş geldi. "Chanyeol..." diye fısıldadığımda sesimdeki çaresizlik durumumu açıklamaya yetmişti. Tüm gün dışarıda kalmak zorunda kalıp da en son evime dönebilmiş gibi hissediyordum. Ayaklarımda hala yolculuğun sızısı ve yüreğimde güvende hissetmenin huzuru vardı. "Sen.. ölmüştün." dedim gözlerim buğulanırken. Dizlerim titriyordu ve üst üste gelen şok edici olaylar yüzünden bedenim koca bir et yığınından farksızdı.

Nazik bir hareketle başımı göğsüne gömüp "Ölmedim, prenses." dedi. "Buradayım, sizin yanınızdayım ve zarar görmenize asla izin vermem." Sırtımı belli belirsiz hareketlerle sıvazladığında uygun bir ortamda olsak böğüre böğüre ağlardım ama o an, etrafımızda alevler raks eder ve duman saçlarımızı okşarken bunun için çok da uygun bir zaman olduğunu düşünmüyordum. Chanyeol de bunu düşünmüş olacak, "Gitmemiz gerek." diye fısıldadı. "Muhafızlara haber veremeyiz. Gizli bir çıkış bulmamız lazım." Başımı göğsünden kaldırıp gözlerinin içine baktım.

"Neden?"

Yüz ifadesindeki gerginlik beni huzursuz etmişti. Bir an önce söylemesini ister gibi gözlerinin içine bakmaya devam ettiğimde pes ederek tuttuğu nefesi verdi ve yanıtladı.

"Sanırım benim öldürüldüğüm haberi çıkınca ve Yixing sizi kızıdırınca nöbet geçirdiniz, efendim." Bir an duraksadı. "Yangını siz çıkarmışsınız."

a n é m o n eHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin