yıldırım

136 10 0
                                    

Multimedia: Crystal Edwinson

Aynanın karşısında üstümdeki gri kotu ve kalın siyah kazağı incelerken dudaklarımı büzdüm. Fena sayılmazdı. Üstelik havaların soğuk olması benim suçum değildi, mini etek giyecek değildim.

Dudaklarıma mat kırmızı bir ruj sürüp, kipriklerimi rimelledim. Fazla abartmak istemiyordum doğrusu. Bana yasaklanmış olan bir şeyi yapmak, zaten özgür olan benliğimi sanki bir kez daha özgür kılacaktı. Kimse bana yasak koyamaz veya emir veremezdi. Ne de olsa reşit bir bireydim.

Aynadaki aksime son bir kez bakıp arkamı döndüm. Ayaklarıma kalın bir çorap geçirdikten sonra topuklu botlarımı geçirerek mavi koltuğumun üstüne attığım koyu kırmızı rengindeki şapka kısmında fazlaca kabarık tüyler bulunan montumu alıp dışarı çıktım.

Hava kararmıştı fakat gökyüzü karanlık değil bulutlar nedeniyle grimsi bir siyahtı. İçimden umarım yağmur yağmaz diye geçirirken kırmızı montumu üstüme geçirdim. Ellerimi ceplerime sokup ilerlemeye başladığımda arka cebimdeki telefonu çıkarıp saate baktım. Daha yarım saatim vardı.

Adımlarımı biraz daha hızlandırırken geç kalmamayı umuyordum. Emma Aiden ile film izleyeceği için Edwinson malikânesine gitmişti, o bakımdan rahattım fakat iki kişiye yakalanma ihtimalim de yüksekti.

Düşüncelerle asfalt yola çıktığımı farkederek gözlerimi kırpıştırdım. Çağırdığım taksi biraz ileride beni bekliyordu. Açtığı farlar gözlerimi kamaştırınca mavilerimi kısıp yürümek zorunda kalmıştım.

Taksiye binip arkama yaslanarak gideceğim yeri söylediğimde ilerlemeye başlamıştık. Camdan dışarıyı seyrederken cama yapışan su damlası aşağı doğru akıp gitti. Onun peşine bir kaç tanesi daha geldiğinde gözlerimi devirdim. Şoför taksinin sileceklerini çalıştırmıştı. 

Gözlerim sileceklerin hareketini ezberlemek ister gibi onlara odaklanmıştı. Neyse ki yağmur, hafiften çiseliyordu. Sileceklere öyle bir dalmıştım ki durduğumuzu bile iki dakika sonra algılayabilmiştim. Taksinin ücretini ödeyip aşağı indiğimde botlarım ıslak çimenlerle ıslanmıştı.

Dolunayın ışığı sanki, sadece bu tepeye vuruyordu. İsminin dolunay tepesi olmasına şaşmamalıydı.

Dik bir yamaç şeklinde olan tepe aslında bir uçurumdu. Arka kısmında ağaçlar gür gelirken yukarı doğru çıkıldıkça hiçliğe karışıyordu. Güzel bir yerdi.

Uçurumun en uç köşesinde oturmuş, ayaklarını boşluğa sallandıran silüet beni bekliyordu. Derin bir nefes alarak yanına adımlamaya başladım. Hemen arkasında durduğumda güldüğünü duydum. "Geleceğini biliyordum"

Yağmur saçlarımı hatırı sayılır bir şekilde ıslatırken yüzüme yapışanları arkaya itip yanına tıpkı onun gibi oturdum. Lucas ve Crystal henüz gelmemişti. Yalnızdık. James bal rengi gözlerini bana çevirdiğinde ay ışığı şayet onu daha yakışıklı yapıyordu. "Bana her söyleneni yapmıyorum, emir verenleri ise duymuyorum bile"

Gözlerimi ayaklarımızın altındaki kasabaya kilitlerken "artık bana güveniyor musun?" Dedim. Bir süre cevap vermedi. "Bilmiyorum" gözlerimi ona çevirip devam etmesini bekledim. "Benim için, Edward'ı bile karşına almışken sanırım sana güvenmeliyim"

Yandan profilini izlerken o sadece karşıya bakıyordu. "Sen... Bana güveniyor musun?" Boğazımı yavaşça temizleyip düşündüm bir süre. Ona güveniyor muydum? Samimiydi, anlayışlıydı, üstelik Edwinson'ların söyledikleri gibi tehlikeli, bana zarar verecek bir tip değildi. Zaten ben o kadar sözü boşverip hala onun yanına geldiysem ona güvenebilirdim.

Beyaz Güç Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin