Londra 2

78 6 0
                                    

Edward'la birlikte arabamıza oturup yeniden yola çıkarak yüz seksen yıldır kraliyet ailesinin ana ikamet yeri olan Buckingham Sarayına doğru yola çıkmıştık. Saray Hyde park ve St. James park adındaki iki gösterişli parkın arasında yer alıyordu.

İçini gezecek vaktimiz pek olmadığı için nefes kesen yeşil bahçesinde dolaşmayı tercih etmiştik. Bahçenin önündeki kırmızı parlak çiçeklerin arasındaki beyaz kaidenin üstünde parlayan altın heykeli görüp etkilenmemek mümkün değildi.

Güneşin batmak üzere olan ışıkları heykelin üstüne yansıyordu. Hazır buraya gelmişken Wellington Arch'ı ve Birinci Dünya Savaşı Anıtını da görmeyi ihmal etmedik.

Büyük bahçeyi gezmek sandığımızdan daha uzun sürmüştü. Birlikte yeniden arabamıza bindiğimizde gideceğimiz yerin Londra'nın gözü olduğunu bildiğim için sorma gereksinimi bile duymadım. Güneş batmıştı fakat hala gökyüzü kararmamıştı. Londra'nın gözünü geçtiğimizde kaşlarımı hafifçe çatıp Edward'a baktım. "Londra'nın gözüne gidiyoruz sanıyordum."

Kısa bir an bana bakıp "önce başka bir yere daha gideceğiz," dedi ve göz kırpıp önüne geri döndü. İçimdeki merakı bastırmaya çalışarak dudaklarımı ıslatıp bekledim. Bir süre sonra araba durduğunda karşımdaki eve parlak bir gülümseme ile baktım.

"221B Baker Street! Sherlock Holmes'un evi! Orada ki onun heykeli mi?"

Sanki yüz yıllık dostumu görmüşüm gibi arabadan aşağı hızla inip soluğu heykelinin önünde aldım. Edward "buraya bak," dediğinde yüzümde ki yarı şaşkın yarı sevinç dolu ifadeyle ona döndüğümde yüzümde bir flaş patladı. Kıkırdadım. Fotoğraf makinesini nereden almıştı?

Ve ben kıkırdarken bir flaş daha patladı. Edward'ın elinden tutup kendime çektiğimde kafamı kaldırıp heykele baktım. "Tanıştırayım Edward, çocukluk aşkım. Her bir kitabında onu defalarca Watson'ın dilinden okuyup zekasına aşık olduğum adam."

Parlayan gözlerimi Sherlock'a çevirdim. Heykele canlıymış gibi dişlerimi göstererek gülümseyip "ben senin çıkıntılı burnunu yerim," dedim. Edward'ın kısa gülüşü kulaklarıma dolduğunda gülümseyerek ona döndüm. "Eve de girmek ister misin?"

Kafamı hızla olumlu anlamda salladım. Birlikte müze olan eve girdiğimizde tüm evi dolaştım. Defalarca başa sarıp izlediğim filmin şimdi içindeydim. Bu ev, bu eşyalar...

Evi gezdiğimizde ben Sherlock'un salonunda gezerken Edward kısa bir an yanımdan ayrılmıştı. Kısa süre sonra ise geri dönmüştü. Gezilebilecek bir yer kalmamıştı ve müze kapatılmak üzereydi. Bu yüzden evden çıkıp yeniden arabaya oturduğumuzda mutluydum. Hem de çok...

Edward uzun dikdörtgen bir kutuyu bana uzattığında gülümsedim. "Bunun için mi yanımdan ayrılmıştın?" Tek kaşını kaldırıp "Beni o ara farkettin mi? Daha çok çocukluk aşkınla meşgul gibiydin," dediğinde kahkaha attım. "Tabi ki fark ettim. Çocukluk aşkımla meşgul olabilirim fakat şimdi ki aşkımın varlığını unutacak kadar kafayı yemedim."

Kutunun kapağını açtığımda içindekini gülümseyerek aldım. "Bir büyüteç üstelik Sherlock damgalı! Çok güzel!" Parmağımı tutacak kısmındaki altın işlemeli Sherlock Holmes yazısında gezdirdim. Kutuya geri koyup Edward'ın yanağına sesli bir öpücük bıraktım.

Birlikte son durağımıza yani Londra'nın gözüne geldik. Londra'nın gözü devasa beyaz bir dönme dolaptı. İlk inşa edildiğinde en büyük dönme dolap rekoruna sahipti. İngiltere'nin en çok ziyaret edilen turistik yeriydi. Yüzlerce insan bu dönme dolaba binip en tepeye çıkarak tüm Londra'yı tek seferde görebilmek için sıra bekliyordu.

Beyaz Güç Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin