Mabet

83 6 0
                                    

Multimedia da kitabımızın kapağını bırakıyorum çünkü mabet bu, öndeki White ve elinde tuttuğu ışığı... Tabi ki parlak dolunay ve gökyüzü... (aylardır baktığınız kapak en büyük sırdı siz şimdi öğrendiniz.)

Nefes egzersizi yapın yoksa bu bölümde düşüp bayılabilirsiniz...

Ve sakin olun...

Keyifli okumalar...

Çevremdeki spiral dönerek yukarı çıkıp yeniden kolyenin içine girdiğinde sanki derin bir suyun dibinden çıkmışım gibi dudaklarımın arasından sesli bir nefes çektim. Kirpiklerimin örttüğü gözlerimi yavaşça araladığımda şaşkınlıktan nutkum tutuldu. Medusanın gözlerine bakmaşım gibi taş kestim.

İki tarafımdan uzanan bitkiler annemin uzun süreli yokluğundan solmuş ve kurumuştu. Toprak zemini ince bir sis tabakası örtüyordu. Sis kıvrak bir yılan gibi yerde ayaklarıma sürünüyordu. Önümde siyah taşlardan yapılma bir şato vardı. Dolunay hâlâ aynı parlaklığında şatonun arkasında duruyordu.

Burada hiç ses yoktu. Kimse yoktu. Canlı yoktu. Ne bir kuş sesi vardı, ne de böcek sesi... Mabedin sessizliği hem huzur ve dinginlik sağlıyordu hem de beni ürkütüyordu. İçime derin bir nefes çekip kendi kendime güldüm. Mabedi bulmuştum!

Önümü biraz olsun aydınlatabilmek için elimi havaya kaldırdım. Omuzlarıma dökülen saçlarım yavaşça siyaha dönerken ışığımı elimde bir lamba gibi tutuyordum.

Temkinli adımlarla şatoya ilerlemeye başladığımda dudaklarım heyecandan kururken ellerim titriyor, kalbim göğüs kafesimi parçalayıp dışarı çıkmak ister gibi atıyordu.

Siyah kapının önüne geldiğimde içime titrek bir nefesi zorlukla çekebildim. Işığımı söndürüp saçlarımın beyaza dönüşmesini sağladığımda ellerimi çift kanatlı kapıya koyup ittirdim. İki yana açılan devasa kapı önüme büyük bir salonu sundu.

Siyah ve beyaz kare taşlardan oluşan zeminin üstünde siyah bir dikili taştan başka bir şey yoktu. Bir balo salonuymuşçasına etraf boş fakat fazlasıyla büyüktü. Salonun sağ ve sol bitiminde yine siyah taşlardan oluşan süslü trabzanlara sahip merdivenler yukarı doğru kırılıyordu. Salonun ortasındaki dev avize, bu büyük salonu yeteri kadar aydınlatabilirdu.

İçeri bir kaç adım attığımda çift kanatlı kapı arkamdan kendiliğinden kapanarak irkilmemi sağladı. Kalbim heyecan, korku ve sevinçle karışık duygularla hızla atıyordu. Avizenin hemen altındaki siyah sütuna ilerledim. Sütunun üstünde hiç bir şey yoktu fakat ortasında bana fazlasıyla tanıdık gelen bir çukur vardı. Küçük çukurun tarif edebileceğim belirli bir şekli yoktu.

Tam o anda zihnimde ampul yanmış gibi elimde sıkı sıkıya tuttuğum kolyeyi havaya kaldırdım. Belirsiz şekli sütunun üstüne kazınmış şekille aynıydı. Kolyeyi parmaklarımın arasına alarak çukura yerleştirdiğimde kolye tenimden ayrılmasıyla parlamaya başlamıştı.

Çukurun etrafındaki halkayı parmaklarımla çevirdiğimde nefesimi tutmuştum. İşte o anda sütunun arkasında, karşımda, gördüğüm en güzel kadın belirdi. Beyaza çalan saçları kalçalarının altına kadar iniyordu. Mavi gözleri benim gözlerimle aynıydı. Keskin çehresi ve minik dik bir burnu vardı.

Kadın bana çok benziyordu. Aramızda tek bir fark vardı ki ben bronz tenliydim. Kadın kağıt gibi beyazdı. Gözlerim dolduğunda arkaya doğru ürkek ve kırılgan bir adım attım. Sofia'nın söyledikleri zihnimde yankılandı. Annenin bronz tenli hali gibisin.

Beyaz Güç Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin