Bölüm 47

46 3 0
                                    

Bu konuları birkaç gün daha enine boyuna iyice düşündüm. Yemek yapma konusunda kendimden olmadım. En iyisi mahalleden bir bakıcı tutmaktı. En azından ev işleri aksamaz akşam eve gittiğimde de yemek hazır olmuş olurdu. Zaten annemin benim kendisiyle uğraşmasına razı olacağını zannetmiyordum. Bu konuyu kafamda halledip sonlandırdıktan sonra akşam iş çıkışında kızımı arayıp bir sorunu olup olmadığını öğrenmek istiyordum. Ama o gün tapu da çalışan bir arkadaşım, babamın üzerine ait görünen gecekondu ve birkaç değersiz tarlanın işlemlerinde bana yardımcı olacağını söylemesi üzerine, o işleri halletmek için tapu dairesine gittim. Akşam yemeğini yiyip annemle biraz konuştuktan sonra kızımı aradım. Sesi hiç iyi gelmiyordu. Evde misafirleri olduğunu eğer müsaitsem yarın iş çıkışında parkta benimle görüşmek istediğini söyledi. Kızımla ertesi gün için sözleştikten sonra biraz kitap okuyup daha sonra da uyudum. Sabah kalktığımda hem üzülüyor hem de seviniyordum. Gece rüyamda kızımın düğününde abisinin Zeynep'in beline kardeş kuşağı bağladığını, ardından kardeşini alnından öptükten sonra mutluluklar dilediğini gördüm. Ama bağladığı kırmızı kuşak kısa bir süre sonra kızımın belinden aşağıya doğru kan gibi kırmızıya boyamıştı. Rüyaya bir anlam verememiştim ama oğlumu gördüğüm için çok mutlu olmuştum. Sanki hiç değişmemiş gibi canlıydı. Elimi uzatsam tutacak gibiydim. Rüyamda oğlumu görmem bile gün boyu insanlara karşı tebessümle etmemi sağlamıştı.

Kızımla buluşmak için iş çıkışında parka gidip oturdum. Bu parka çocuklarım küçükken onları oynatmak için fırsat buldukça gelirdim. Park şehrin en güzel yeriydi. En güzel yeri dememdeki maksadım, şehrin tek yeşil yerinin bura olmasıydı. Burada her türden ağacı görmeniz mümkündü. Çocuklar kendileri için ayrılmış bölümde oynarlarken ben çayımı içip onları izlerdim. Eski günleri yad ederken, çayımı söyleyip kızımı beklemeye başladım. Gözüm sürekli oyun oynayan, bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturan çığlıklar atan çocukların üzerindeydi. İnsanın en mutlu olduğu zamanmış çocukluğu dedim kendi kendime. Birden arkamdan "Baba!", diye gelen sesin geldiği yöne çevirdim başımı. Zeynep'i ve Kemal'i görünce "Oturun bakalım gençler.", dedim. Kemal'in benden utandığı her halinden belliydi. Yaramazlık yapan çocukların başını önüne eğdiği gibi Kemal de kafasını önüne eğmişti. Onlar kahve siparişi verirken, ben de kendime bir çay daha söyledim. Kemal'in bu utangaçlığını üzerinden atıp rahatlaması için:

-Kemal babana açtın mı bu evlilik konusunu?

Kemal yavaşça kafasını yukarı kaldırdı:

-Hüseyin amca babama Zeynep'le bir birimizi çok sevdiğimizi söylediğim anda baygınlık geçirecekti. Elindeki çay bardağı titreyerek elinden düştü. Bir anda yüzünün rengi değişti. O an babama bir şey olacak diye ben de panikledim. Biraz sakinleştikten sonra da "Olmaz böyle bir şey, bir daha ağzından Zeynep'le ilgili sevgi, aşk sözcüğü duymak istemiyorum. Yerle gök birleşse siz beraber olmazsınız!", dedikten sonra oturduğu yerden kalkıp gitti. Ben de babama daha sonraki günler bir daha bu konuyu açmaya cesaret edemedim. Zaten bu konunun geçtiği günden bu güne benimle hiç konuşmuyor.

-Tamam. Sen sıkma canını; ben kendisiyle konuşur, hallederim.

-Babamın gösterdiği tepkiye bakılırsa hiç halledilecek gibi görünmüyor.

-Sen takma kafana. Ölüm hariç her şeyin bir çözümü vardır. Kızım sen annenle görüştün mü peki?

-Ben anneme Kemal'le evleneceğimizi söylediğimde bana bunun bu kadar kolay bir iş olmadığını bu sevdadan vazgeçmemi söyledi. Ben de ucunda ölüm bile olsa Kemal'le evleneceğimi bilmesini söyledim. Bana bu konuda en son sözü "Ne halin varsa gör!", oldu. Ben de bir daha ağzımı açmadım.

Ben çayımı bitirdikten sonra ayağa kalktım ve "Siz isterseniz oturabilirsiniz ben gidip Volkan'la bu konuyu bir görüşeyim, neden evliliğinize karşı çıkıyormuş anlayalım bakalım.", derken cebimden çıkardığım parayı masaya bırakırken Kemal "Olmaz Hüseyin amca ben öderim lütfen.", dese de ben masaya parayı çoktan bırakmıştım. Kemal "Hüseyin amca babam bu sabah Antalya'ya fuara gitti bir hafta sonra dönecekmiş.", dedi. Arkasından da Zeynep annesinin iki gün sonra İstanbul'a kuzeni Elmas'ın yanına gideceğini söyledi. Zeynep'in söyleyiş tarzı bana biraz imalı geldi. Ben bu imasından ne demek istediğini anlamıştım. Ben de "Annen kaç gün kalmayı planlıyor İstanbul'da?", diye sordum. "İki ya da üç gün.", diye cevap verdi Zeynep. O zaman onlar geldikten sonra görüşürüz dedikten sonra Zeynep'e annesi İstanbul'a gidince evde yalnız kalmamasını babaannesine gelmesini söyledim. Bu sözüm Zeynep'in çok hoşuna gitmese de ne demek istediğimi anladığı için "Tamam baba gelirim.", dedi. Yol boyunca Zeynep'in annesi ile Volkan'ın arasında bir şey olduğunu ima etmesini düşündüm. Acaba gerçekten de böyle bir şey olabilir miydi? Volkan'ı üç beş yıldır tanıyor olsam belki bir ilişki yaşıyor olabilir diye düşünürdüm. Ama yıllardır aynı kaptan yemek yiyen ve aynı bardaktan su içen birisi olarak buna pek ihtimal vermedim. Çünkü ben hiçbir zaman Volkan'ın eşlerinin yüzlerine bakarken bile kötü bir düşünce gelmemiştir. Volkan'ın da aynı şekilde düşündüğünü tahmin ediyordum. Bizim dostluğumuz yeni nesil gençliğinin su üzerine yazılmış dostluğu gibi değil, toprağa bir fidan gibi dikilmiş kökleri derinlere kadar uzanmış yaşlı ve güçlü bir dostluktu. Ama şimdinin cahilliği dostluğun anlamını bilmediklerinden herkesi kendileri gibi görüyorlar, kendi dostlukları kadar sığ zannediyorlardı. Bunları içimden geçirirken de şeytan beni dürtüklemeden geri durmuyordu. Kızımı cep telefonundan arayarak çaktırmadan annesinin telefon kayıtlarından İstanbul'daki Elmas'ın telefon numarasını almasını söyledim. 

Kimse Masum DeğildirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin