Bölüm 55

61 3 0
                                    

Kızım eve geldiğinde yüzünde gülümseme yerine hüzün, gözlerindeki parlama yerine sönük bir bakış, tavırlarında gergin bir hali vardı. Babaannesi karnının aç olup olmadığını sorduğunda "Annem laflarıyla karnımı doyurdu babaanne sağ ol, canım bir şey istemiyor'' dedi. Anlaşılan evden ayrılırken annesiyle tartışmışlardı. Bu konuda ben ağzımı açıp bir tek kelime bile etmedim. Çünkü tartışsalar bile anne ile evlat birbirinden kopamazdı ve kopmamaları da gerekiyordu. Aynı zamanda yangına körükle gitmenin bir anlamı yoktu. Zeynep'le gece boyu uzun uzun konuştuk. Annesinin sürekli Volkan'ın evinden çıkmadığını ve Volkan'ın da akşam yemeklerinde sürekli kendilerine geldiğini ve sadece yatmak için evine gittiğini anlattı. Okulunu yarıda bıraktığı ve bu ilçede yaşadığı için pişmanlık duyduğundan bahsetti. Ben, onun bana dert yandığı her şeye karşılık sadece sessiz kaldım. Aslında içim kan ağlıyordu, konuşacak çok şeyim vardı ama onları kızıma anlatmanın içimde acıyan yerlere bir faydasının olmayacağını biliyordum. Sabah babaannesi işe gitmesi için uyandırmaya çalıştığında artık çalışmayacağını söyleyince büyük bir depresyon geçirdiğini anladım. Zaten gece boyu geleceğe dair ağzından hiç sözcük çıkmamıştı. Ben annemin tereyağında pişirdiği yumurtayı yerken kızım yanıma yaklaşıp bir an önce aklında ki şüphenin giderilmesi için ne yapacağımı sordu. Ben de "İçin rahat olsun, yok öyle bir şey.", dedim. Zeynep de "Baba beni anlamıyorsun, bu konunun bir an önce aydınlığa kavuşmasını istiyorum. Eğer sen bir şeyler yapmazsan ben savcılığa başvuracağım." deyince "Tamam. Sen bir hiçbir şey yapma ben bir araştırayım bu konuda ne yapılması gerektiğini.", diyerek sofradan kalktım. İşyerime varınca uzun uzun düşündüm. Böyle bir konuyu insan başkasına soramıyor da. En mantıklısı bir avukattan ne yapılması gerektiği ile ilgili görüş almaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse içimdeki şüphe ile yüzleşmeyi hiç istemiyordum. İnternetten bu konuları araştırırken İstanbul'da babalık testleri yapan bir hastanenin olduğunu öğrendim. Verdikleri sonuç resmi bir anlam taşımıyordu ama sonuçların % 99,9 doğru olduğunu iddia ediyorlardı. En azından bu sorunun resmi kayıtlara geçmeyecek olması beni biraz rahatlatmıştı. Hemen bir haftalık bir izin yazdırıp Zeynep'e hazırlanmasını akşama İstanbul'a gideceğimizi söyledim. Hem Zeynep içinde bir değişiklik olur ve biraz olsun rahatlar diye düşündüm. Zeynep'le beraber akşam bindiğimiz otobüs bizi sabahın erken saatinde İstanbul'a indirdi. Hastanenin bulunduğu yeri sora sora bulduk. İkimizden de kan örnekleri aldılar. Sonuçlar için evin adresini verdikten sonra orta halli bir otele yerleştik ve üç gün boyunca birçok yeri gezdik. İkimiz de gezerken mutluluk oyunu oynamamıza rağmen içimizde sonucun ne çıkacağı ile ilgili sürekli endişe taşıyorduk. Kemal neredeyse her saat başı Zeynep'i arıyordu. Zeynep de sürekli nerede gezdiğini, ne zaman döneceğini, sonuçların ne zaman çıkacağını söylüyordu.

Büyük şehirde yaşamak zor olsa da insanın günahlarını, hatalarını örten bir havasının olduğu aşikârdı. En azından kalabalık sokaklarda örf, adet ve kim ne der diye bir baskı hissetmiyorsunuz. Yani başkalarının size biçtiği rol kalıbında yaşamak zorunda değilsiniz. Zeynep'e "Keşke İstanbul'da yaşasaymışız, belki başımızdan bu felaketler geçmezdi.", dediğimde; "Ama o zaman Kemal'i tanıyamazdım.", diye cevap verdi. Kemal'i çok sevdiği belliydi. Gece geç vakitlere kadar İstanbul'u gezdik. İstanbul'a giderken anneme bir hafta kalırız demiştik ama dördüncü günde döndük. Döndüğümüzde balkonda tanımadığımız insanlarla karşılaştık. Balkonda yaşlı bir çift oturuyordu ve içeriden çocuk sesleri geliyordu. Bana bakarak ne istediğimi sorduklarında önce afalladım. Tam ben onlara kim olduklarını soracaktım ki yaşlı kadın "Siz Emine'nin oğlu olmalısınız, o evi bize sattı iki sokak gerideki bakkalın yanına taşındı." deyince kendimi başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Kızım benim gözümün içine bakıyordu, ben de onunkine... Öylece bakakaldık... Sonra geri dönüp bakkala doğru yürümeye başladık. Annem neden böyle bir şey yapmıştı ki diye sorgularken Volkan'a olan borcum geldi aklıma. "Yapma, anne neden yaptın bunu?", diye sesli düşünmüş olmalıyım ki Zeynep "Baba ne oldu?", diye sordu. "Annem Volkan'a olan borcumu ödemem için yaptı bunu kesin.", dedim. Bakkaldan annemin taşındığı evi sorduk. Evin önüne vardığımızda eve dışarıdan bir göz gezdirdim. Ev adeta bir viraneyi andırıyordu. Kerpiçten yapılmış ve kireçle sıvanmış ama yer yer sıvası dökülmüş kireç namına bir şey kalmamıştı. İçeri girdiğimizde annem daha benim konuşmama izin vermeden "Bana kızacağını biliyorum oğlum ama oğlumun uykusunu kaçıran onu üzen ne varsa benim de uykumu kaçırıyor ve üzüyor. Biliyorum bu ev oturulacak gibi değil ama acelece ancak bunu bulabildim. Sen ve torunum başka bir ev buluna kadar burada otururuz diye düşündüm. Biliyorum orası baba yadigarı diyeceksin ama babanın mezarını ziyaret etmen babanı daha memnun edecektir.", dedi. Sürekli yutkunmasam hıçkırıklara boğularak ağlayacaktım. Sadece iki damla süzülerek başımı önüme eğdiğim ayaklarımın ucuna düştü. Yapılacak bir şey yoktu artık olan olmuştu. Kızıma kiralık yeni bir eve bakmamız gerektiğini söylerken annem elinde bir poşetle yanıma yaklaştı ve al içinde otuz iki bin lira var götür borcunu ver dedi. Aslında ihtiyacım olan bu paranın soğuğu yüreğimi kaskatı etmişti. İçine girdiğimde kendimi huzurlu hissettiğim, çocukluğumun geçtiği ve çocukken kurduğum hayallere ev sahipliği yapmış olan evimiz şimdi avuçlarımın içinde bir tomar kâğıt parçasına dönüşmüştü. Zeynep'le evin içini gezdik. Ev iki göz odadan ve küçük bir mutfak ve banyodan ibaretti. Tavan adeta sıra sıra dizilmiş kalın odunlarla doluydu. Odunların üstü evi sıcak tutması için çimento torbası, onun üstü de çamurla sıvanmış olmalıydı. Çünkü bazı yerlerde çimento kâğıtları yırtılmış, yırtılan yerden kurumuş çamur sarkmaları görünüyordu. Allah korusun ev en küçük bir sarsıntı da çökmeye hazırdı. Belki de iyi bir yağmurda sarsıntıya bile ihtiyaç kalmazdı. Kızıma çok uzun sürmez buradan taşınırız merak etme dedikten sonra Zeynep'le annemin hazırladığı çayı içtik. Sonra yol yorgunluğu yüzünden olsa yatıp ikimizde yatıp uyuduk. Uyandığımda vakit akşama yakındı. Sanırım annem akşam namazı için abdest alıyordu. Aklında kamış olmalıydı ki abdestini bitirip tülbendini tekrar başına takıyordu ki ''Bu evi de kirası çok düşük diye tuttum yavrum.", dedi. Ben anneme tamam anladım der gibi sadece başımı salladıktan sonra annemin bana verdiği parayı saydım. Volkan'a borcum olan miktarı aldıktan sonra gerisini tekrar anneme vererek, iyi bir yere saklamasını söyledim. Zeynep mutfakta yemek yaparken bir yandan da Kemal'le cep telefonunda konuşuyordu. Bu gün Volkan'ın parasını verip yarın da iyi bir eve bakıp bir an önce bu viraneden kurtulmayı düşünüyordum. Sonra birden aklıma Volkan'ın daha önce benden istediği silahı geldi aklıma. Anneme silahı ve mermileri getirmesini söyledim. Annem silah sözünü duyunca korkup "Ne yapacaksın o şeytan aletini?", diye sert çıktı. Sonra Volkan'ın istediğini söyleyip onunla bir şey düşündüğü kötü bir şey yapmayacağımı söyledikten sonra duvarın dibine dizdiği yatakları indirmemi söyledi. En alttaki yün yatağın arasını açarak, kurşunları da silahı da alıp bana uzatırken sakın bir delilik yapmamamı sıkı sıkıya tembih etti. Akşam yemeğini yedikten sonra mermileri şarjöre yerleştirdim ve silahı belime takıp üzerine ceketimi giyindim. Kızıma ve anneme parayı ve emaneti verip hemen döneceğimi söyledikten sonra evden ayrıldım. İnsanın silahlı yürümesinin kendisine ayrı bir güç verdiğini hissettim. Sanki daha korkusuz, daha cesur ve ben yiğidim duygusunu yaşamamak mümkün değil. Aslında çok korkak olduğumu biliyordum ama silahla sanki bir eksikliğim tamamlanmıştı. Sürekli silahsız gezemeyen insanları daha iyi anlıyordum. Belki onlar da benim gibi korkaktı.

Kimse Masum DeğildirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin