36. Bölüm Tehlikeli Yakınlaşma

2.5K 115 549
                                    

Merhabalar bol bol saydıracağınız upuzun bir bölümle geldim :D

Bölüm Şarkısı : Yaşar Seni Sevmeyi Sevmiyorum

Keyifli Okumalar Efenim :)

***

Düzenlendi

***

Ay yerini güneşe bırakırken hava yavaş yavaş aydınlanıyor, kuru ağaç yaprakları, esen rüzgârla dallarından koparak etrafa uçuşuyordu. Ölüm gibi sonsuzdu aslında sessizlik burada. Ne de olsa konuşamazdı artık ebedi âleme göç etmiş ruhlar. Kimi huzurla kimi de işlediği günahların ağırlığıyla uyuyordu işte mezarında ve onların arasında evladını bir kez olsun kucağına alamamış, gencecik yaşında göç edip gitmiş bir kadın da vardı.

Hülya Gürpınar.

Yirmi beş yaşında çok yanlış bir adamı severek hatanın en büyüğünü yapmış bir kadındı o, aslında. Aynı zamanda kızını bir kez olsun kucağına alıp koklayamamış bir anne. Kim bilir onun da ne çok hayali yarım kalmış, masum bir aşkla sevdiği adamın gerçek yüzünü gördüğünde nasıl da canı yanmıştı. Buna rağmen de vazgeçmemişti kızından, dokuz boyunca karnında taşımış, kucağına almak için sabırsızlanmıştı fakat kader, kızını doğururken ölmüştü ve geriye de yaralı, öksüz bir evlat bırakmıştı.

Öykü Gürpınar.

Annesinin mezarının başında dururken ellerini açmış dua ediyordu genç kadın. Hoş, duaları kabul olur muydu onu da, bilmiyordu. Hiç olmamıştı ki, şimdiye kadar. Akmak isteyen gözyaşlarına direnirken dudaklarını da ısırıyordu Öykü ve bir soru soruyordu kendine.

Kızlar hep mi annelerinin kaderini yaşardı?

Annesi de kendi gibi yanlış bir adamı hatta başkasını seven bir adamı sevmemiş miydi? Sevmişti. Nihat Gürpınar kötü bir adam olsa da kalbinde yalnızca tek bir aşkı yüreğinde saklamıştı, biliyordu Öykü. Babasının gizli aşkının kim olduğunu bilmese de öyle bir aşkı olduğunu biliyordu. Çocukken, babasının başka bir kadının resimlerine derin derin baktığına şahit olmuştu ne de olsa. Hatta sarhoş olduğu zamanlar da kendine de, o kadından bahsederdi fakat kim olduğunu hiçbir zaman söylemezdi. İçten içe merak ederdi Öykü, babasının kimi annesinden daha çok sevdiğini ancak sonra  geçmişti bu çocukça merakı, yalnızca annesinin kaderini yaşadığını anlamıştı.

Annesi, başka bir kadını seven adam ile evlenmişti, kendi başkasını seven bir adamdan vazgeçememişti bir türlü. Belki farklıydı ancak yine de annesinin kaderini yaşadığı bir gerçekti. Annesi, kendini doğururken ölmüştü, kendi, bebeğini karnında iken kaybetmişti. Hangisi daha acıydı bilmiyordu genç kadın. Fakat tek bildiği her acı kendi ayrı ayrı yakmıştı, yakıyordu. Verdiğı kayıpları, savaşları sayamazdı bile. Vazgeçmeyi herkes kolay sanırdı ancak en zoru buydu. Vazgeçmek. Eğer vazgeçerse yaşamak için bir nedeni kalmayacaktı ki, kimsenin anlamadığı da buydu.

"Anne," diyebildi Öykü titreyen dudaklarıyla. Mezarın başına oturduğunda ellerini annesinin kuru toprağında gezdirdi. Oysa ne çok isterdi bu toprağa değil de, annesine dokunmayı, mezarına değil de, ona sıkı sıkı sarılmayı ancak bunu yapmak için bile bir şansı olmamıştı. Bu kadar ufacık bir şeyi bile kaderi kendine çok görmüştü.

"Ben geldim annem. Senin yanına huzur bulmaya geldim. Sana çok ihtiyacım var anne. Çok."

Boğazı düğüm düğümdü konuşamıyordu bile Öykü. Bir kez olsun bile görmemişti annesini. Yüzünü resimlerden gördüğü kadar biliyordu. Fakat ne sesini, ne kokusunu hatırlıyordu. Lakin biliyordu ki, kendinin annesi iyi biriydi. Eğer yanında olsaydı belki her şey çok daha farklı olurdu. Belki çektiği acılar bir nebze de olsa dinerdi. Belki annesi kendine sarıldığı zaman, saçlarını okşadığı zaman her şey geçerdi. Yüreğinde yanan bu yangın bile. Fakat yoktu, annesi bile yoktu yanında.

Sevdam Ege'de  ( Mazinin Gölgesi-1) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin