BÖLÜM 36

1.7K 225 20
                                    


Helikopter yavaş yavaş alçalmaya başladı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ve açıkçası etrafa pek de dikkat etmiyordum, umurumda da değildi. Gözüm sürekli Rex ve ona bakınca oluşan küçük kırmızı noktadaydı.

Her şey o kadar karmaşıktı ki!

Ne düşüneceğimi ve ne yapacağımı bilemiyordum. Az önce onu kaybetmiştim ama şimdi hala nefes aldığını, kalbinin yavaş da olsa attığını görmek tüm sinir sistemimi çökertmişti. Onun yaşadığını gördüğüm o ilk an geldi aklıma. Delice çığlık atıp Jason'a bağırmış ve hemen onu Eric'e götürmemiz gerektiğini söylemiştim. Şaşırmıştı, benim hayal görüp görmediğimi anlamak için maskesini geri takmış, haklı olduğumu anladığındaysa hemen pilota talimatlar yağdırmıştı. Bense o sırada hem ağlıyor hem de gülüyordum. Deliliğin sınırlarında geziyordum ama bu da umurumda değildi.

Yaşıyordu işte.

Şaka gibiydi ama yaşıyordu!

Belki de tanrı sesimi duymuştu.

Yine de fazla zamanımız yoktu, Rex her an ölebilirdi ve içimden bir ses bu defa geri dönmeyeceğini söylüyordu. Bu yüzden gözüm hep onun üzerindeydi. Ekrandaki kırmızı ışık sönecek diye ödüm kopuyor, bazen sönüyormuş gibi oluyordu ve bu beni dehşete düşürüyordu ama hala oradaydı.

Helikopterin tamamen durduğunu fark ettim ve kapı açılırken ister istemez kafamı hafifçe sağa çevirdim. Bize yardım edecek birilerinin gelip gelmediğini görmek zorundaydım. Gözlerimle dışarıdaki insanları inceledim ve Eric'in bir düzine korumanın arasından geçerek bize doğru koştuğunu gördüm. Üzerinde, onu boydan boya saran beyaz bir tulum vardı. Hemen arkasında onun gibi giyinmiş üç kişi bir sedyeyi iterek tıpkı onun gibi bize doğru koşuyordu. Eric, helikoptere ulaşmadan hemen önce elindeki plastik koruyucu maskeyi yüzüne taktı. Yardımın yakın olduğunu fark edince tuttuğum nefesimi verdim ve ister istemez Rex'den biraz uzaklaştım. Onu alıp götüreceklerini sandım ama Eric helikoptere binip Rex'i saran beyaz çarşafı açmaya başladı.

Yumruk yemişçesine kasıldım.

''Ne yapıyorsun?'' diye sordum, Eric'in eldivenli ellerinin beyaz çarşafı yırtışını izlerken.

Cevap vermedi, işine öyle odaklanmıştı ki beni duymamış bile olabilirdi. Maskemi çıkardım ve Rex'in kolunu aceleyle çarşafın arasından çıkarıp kendine doğru çeken Eric'e baktım ama ses çıkaramadım. Rex'in yüzü konuşmamı engellemişti. Gözleri hala kapalıydı ama yeşil sıvı yavaş yavaş akmaya devam ediyordu. Yaşıyormuş gibi durmuyor, hatta olduğundan daha da berbat gözüküyordu.

''Maskeni tak, hemen!'' diye bağırdı Eric bana.

Bir an duraksasam da dediğini yapıp maskeyi geri taktım ve onu izlemeye devam ettim. Neden maskemi takmam gerekiyordu? Bu şeyin bulaşıcı olmasından mı korkuyordu? Eğer öyleyse, çoktan bana da bulaşmış olmalıydı, çünkü Rex'e çıplak elle dokunup onu defalarca öpmüştüm. Bu beni hiç endişelendirmedi, şuan odak noktam Rex ve Eric'di.

Beyaz tulumlu biri Eric'e bir iğne uzattı. Eric, içi beyaz bir sıvıyla dolu iğneyi Rex'in koluna yavaşça soktu ve hepsini ona enjekte etti. Sonra helikopterden inip ona uzandı ve diğer tulumlu kişilerle birlikte onu sedyeye taşıdı.

Hızla helikopterden inip onları takip ettim.

Ormanlık bir alandaydık, etrafta ağaçlardan başka bir şey yoktu ama ileride küçük bir kulübe vardı. Hızla o kulübeye doğru gidiyorduk, muhtemelen orası gizli bir tesise açılan kapıydı. Sonunda kulübenin kapısından geçip holde ilerledik ve kapısı sonuna kadar açık bir odaya girdik. Oda çok büyük değildi ve duvarlara monte edilmiş kapaksız raflarda düzinelerce paketlenmiş erzaklar vardı. Eric erzakların olduğu bir rafı kendine doğru çekti ve duvar tıpkı bir kapı gibi geriye doğru açılıp içindeki asansörü gözler önüne serdi.

KUKLA: Y.A.K   ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin