Beklemek.
Hayatım boyunca en nefret ettiğim şeylerden biri buydu. Hayır, aslında listenin en başında bu vardı. Beklemek. Başlarda sorun olmazdı ama zaman geçtikçe ve hiçbir şey olmadığını fark edince bu bekleyiş sizi boğmaya başlıyor, içinizde derin bir tatminsizlik hissi oluşuyordu. Sonra zihninizde bu bekleyişin bir işe yaramadığı düşüncesi beliriyor ve sabırsızlık baş gösteriyordu. Sabırsızlığın sonu hiçbir zaman iyi bitmiyordu. Bu yüzden dayanmaya çalışıyor, zihnimde beliren düşünceleri görmezden geliyordum.
Derin bir nefes alıp bardaktan boşalırcasına yağan gökyüzüne çevirdim gözlerimi. Ara sıra şimşekler çakıyor ve karanlığı yarıp geçiyordu ama bunun dışında etraf tamamen karanlığa bürünüyordu. Şehirden uzak bir yerdeydik ve önümüzdeki devasa malikaneden başka hiçbir ışık kaynağı yoktu.
''Bu gittikçe sıkıcı bir hal almaya başlıyor,'' dedi Mike sessizce.
Mike'la birlikte arabanın içinde oturmuş Simon'ın evinden çıkmasını bekliyorduk. Marcus denen adamla işbirliği yapıp Andy'nin kaçırılmasına neden olan kişi bence oydu. Her ne olursa olsun bunu kanıtlayacaktım. Yavaşça kolumu kaldırıp gecenin ikisini gösteren saatime baktım. Ardından yeniden gözlerimi lüks malikaneye diktim. Eninde sonunda saklandığı kalesinden çıkacak ve bana bir ipucu sunacaktı.
Yine de sabrım tükenmek üzereydi.
Kısa süre sonra ''Daha ne kadar bekleyeceğiz?'' diye sordu Mike.
Üç gündür, yani O'nun gönderdiği zarftan hemen sonra Simon'ı izlemeye başlamıştım ve güvenebileceğim sayılı insanlardan biri olan Mike'ı da yanımda sürüklemiştim. Yalnız başıma olmayı tercih ederdim elbette ama söz konusu Andy'ydi ve birden fazla yardım eli onu kurtarmamı daha da kolaylaştırırdı.
Mike'a dönüp ''Gerektiği kadar,'' diye cevap verdim yavaşça.
Gözlerini devirip yarısı yenmiş sandviçine geri döndü. Sıkıntıdan mıdır nedir durmadan bir şeyler yiyor, ağzı hiç boş durmuyordu. Jelatinin hışırtısı sinirlerimi bozmaya başlayınca hızlıca ona doğru uzanıp sandviçini elinden almak için hamle yaptım. Kollarını geriye doğru çekti ve almama izin vermedi.
Kafasını sağa sola doğru sallarken ciddi bir ses tonuyla ''Hey, yemeğine dokunma,'' dedi hızla.
''Yok et onu hemen,'' diye söylendim sinirle. Çıkardığı sesler dikkatimi dağıtıyordu, ayrıca fazlasıyla gergindim ve birilerine çatma ihtiyacı duyuyordum.
''Tamam, sakin ol,'' dedi ve torpidonun üzerindeki poşete uzanıp sandviçi içine koydu.
Hışırtılar kesilince arabanın içini tatlı bir sessizlik kapladı. Duyulan tek şey yağmurun o huzur verici sesiydi. Derin bir nefes alıp geriye doğru yaslandım ve gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım.
''Giderek daha çok huysuzlaşıyorsun Rex,'' dedi Mike yavaşça.
Sesi, bu halimden bıktığını gösteriyordu. Haklıydı, Andy'siz geçen her saniye öfkem de artıyordu ve ne yazık ki onu bulana dek dinmeyecekti. Bazen bu kontrolsüz öfkeme hakim olamayıp insanlara saldırıyordum. Son günlerde şiddete başvurmuyordum ama öfkeyle bağırıyor, insanları kırıyordum. Mike bana dayanıyordu. Isabella'da öyle, bu yüzden onlara sonsuza dek minnettar kalacaktım.
''Rex.''
Mike'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım ama gözlerimi açmadım. Konuşmamasını ve beni rahat bırakmasını istiyordum ama az önce ona kızmıştım ve yine kalbini kırmak istemiyordum. Bu yüzden 'Evet,'' diye kısa bir yanıt verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA: Y.A.K ( -TAMAMLANDI- )
AcciónNot: Kukla serisinin ikinci kitabıdır. Önce ''Kukla: Y.E.M'' adlı hikayeyi okuyunuz. Yeraltı iyice karıştı. Seçim günü YAK saldırıya uğradı ve kaçırıldım. Benden ne istediklerini ya da onlara ne verebileceğimi bilmiyordum. Neden orada olduğum hakkı...