ben size bir hikaye anlattım...
ama bu hikayenin masal mı yoksa kabus mu olduğunu öğrenmek için biraz daha bekleteceğim....sibel....
etrafımda ki sis, gözleri kör eden yalnızlık hissi, acımasızca karşımda duran ve bana sırıtan geçmişim...
geçmişin kokusu olduğunu bilir misiniz?
benim geçmişimin çok ağır bir kokusu var, genzimi yakıyor, hemde çok acı bir şekilde, canımı acıtıyor, ağzıma dolan safra tadı, midemi alt üst ediyor, öğürme isteğiyle dolup taşıyorum,
ama dudaklarımı kıpırdatamıyorum...
neden...
sadece dudaklarımı değil, ben hiç bir yerimi kıpırdatamıyorum, ellerim uyuşmuş bacaklarım yok, aslında varlar ama hissetmiyorum, uyuşukluk tüm bedenimi esir almış,
kalbim...
bir zamanlar acımasız bir adam tarafından alınan kalbim, aşık olduğum adam tarafından 5 yaşındayken ele geçirilen kalbim.
artık hissetmiyorum... kalbim yok...
dudaklarımı aralamak istiyorum, ama acıyla geriye kapatıyorum dudaklarımı, neden, ne var dudaklarımda, bir ağırlık var sanki, açınca yummak istiyorum, acıyla buruşturuyorum yüzümü, sanki yüz yıllardır hiç bir mimik kas çalışmamış gibi yüzümde, acıyla buruşturduğum yüzümü daha çok acıyla eski haline getiriyorum,
''ben geldim '' diyen sesle göz kapaklarım sevinçle aralanıyor, rahatlıyorum tanıdık sesin tınısını duyunca,
''çok zor olduğunu biliyorum ama doğrulmaya çalış'' neden yatıyorum ki zaten, sırtıma değen sert yer neresi, yatak olmadığı kesin hiç bir yerde böyle sert yatak yok, belli ki taşın üzerinde yatıyorum,
bir el tarafından yattığım yerden doğruluyorum, gözlerim bir anlığına görüş açısını kaybediyor,
neler oluyor bana, neden bu uyuşuk haldeyim, bu iğrenç kokuda ne...
yanık adaçayı kokusu... hayır bu koku iğrenç olamaz.. ama diğer koku, sigara kokusu midemdeki safrayı daha çok yukarı çıkarıyor, ama o amun o sigara içmez ki,
''ahh lanet olsun hala mı?'' diyor tepemde ki ses, bu farklı birine ait, ama kime, biraz önceki o tınıyı tekrar duymak için neler vermezdim ki,
''bu gün nasılsın'' diyor aynı ses, evet evet diye bağırmak istiyorum tanıyorum bu sesi,
ige... benim canım dostum, sırdasım, her şeyim...
''gülümsüyor'' evet tabiki gülümsüyorum dostum benim için yaptığın onca şeye rağmen hala yanımda olduğunu bilmek harika, tabiki gülümseyeceğim,
''uzun zaman olmuştu dimi'' ahh evet amun sesini seviyorum kahretsin burdasın, yanımdasın, sesini öyle özlemişim ki,
ama haklıydı sanki yüz yıllardır uyumuş gibiydim, sanki üzerime bir ölü toprağı serpilmişti de yeni uyanmıştım, aslında yaşadıklarımı kayıplarımı arkada bıraktıklarımı düşününce, böyle hissetmem normaldi,
amun... göz bebeklerim onu görmek için deliriyordu, nasılda çırpınıyordu göz kapaklarım, onu görecektim, parmağımdan çıkardığım yüzüğüme rağmen olan tüm o aptalça şeylere rağmen onu yanıbaşımda bulmak hayatımın en anlamlı hediyesiydi,
biz çok şeyler atlatmıştık, ölümleri, yaşamlar, acılar, elimizden alınan oğlumuz, sonra bize geri dönen canımız, ama o yanımdaydı ya, amun,
hayatımın aşkı...
yavaşça araladım gözlerimi... odada ki ışık önce göz bebeklerimin hassasiyetine dikildi ve bir an ellerimi yüzüme siper etmek istedim ama kolumu kaldıracak halim yoktu,
''çözeyim mi?'' diyen ses, igenin sesi, bağlı mıydım ki? peki neden bağlıydım
''hıhı'' diyen ses, tamam bir daha dene asel, yapabilirsin gözlerini açmak neden bu kadar zor olsun ki onca şeyin üstesinden gelmişken dedim ve göz kapaklarımı araladım
yine o ışık hüzmesi göz bebeklerimi yaktı,
''ışık'' dedim zorla, konuşabildiğime dua edecek kadar fısıltıyla çıkmıştı sesim,
''ışık mı?, burda ışık yok aç gözlerini'' nerdeydim ki cehennemde miydim? amun gelip beni almış mıydı cennetten? öyleyse tanrıya şükürler olsun,
ahh göz bebeklerimin karşısında ki adam, o, yanımda kokusunu alıyorum, ama,
ama, ama, bir terslik var, burası cehennem değil, burası soğuk beyaz bir oda...
amun, o, tanrım, o karşımda ama, neden öyle bakıyor, neden donuk bakışları, hala mı kızgın bana olsun, ne önemi var ki ben affettiririm kendimi ona, yanımda ya,
''ige'' ahhh eski halinde hani o yakışıklı insan olan halinde, hala kulakları büyük ama elf kulakları gitmiş,
''dünyada mıyız'' diyebildim zorla yine fısıltıyla, boğazım acıyordu, sanki bir ton çimento yutmuşum gibi, yada fazla bağırdığım için,
''evet hemde ademle Havva'dan beri''
bu lanet uyuşukluk geçse artık, sen ne saçmalıyorsun amun diye bağırmak leza nerde ve sen neden siyah bir gömlekle beyaz doktor önlüğü giyiyorsun demek istiyordum...
''su içmek ister misin?'' dedi bir an sonra, sadece başımı salladım, gözlerim hala tam anlamıyla görme yetisini geri kazanmamıştı,
dudaklarıma değen ıslaklık... tanrım buz gibi su gırtlağımdan içeriye girdiği an rahatlayarak yarı aralık olan gözlerimi kapattım ve tüm bardağı bitirdim.
''biraz daha'' dedim, sesim biraz daha yüksek çıkmıştı, ah asel senki herşeyin altından kalkabilecek bir kadınsın, sesin çıkmaya başladığına göre sorularını sıralayabilirsin,
''nerdeyiz'' dedim, ama daha cevap gelmeden kapı açıldı, sertçe kapanan kapının ardından, içeriye kim girmişse acayip derecede hoş kokan bir parfüm kokusu geldi burnuma,
bir kez daha denedim ve bu kez gözlerimi açabildim....
keşke açmasaydım....
karşımda,
amun, ige, ve hayat vardı...
hayatımda ki en önemli üç insan hayatım aşkı, en iyi arkadaşım, ve onun sevgilisi,
ama anlayamadığım, neden ige ve amunda doktor, hayatta da hemşire kıyafeti vardı...
ben nasıl bir oyunun içindeydim....
herkese selam.... yorumlarınızı deli gibi merak ediyorum.... bu küçük ön okumayla sizi şaşırttığımın farkındayım, ama daha hiç bir şey bilmiyorsunuz... ve
henüz hiç bir şey BİTMEDİ....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE
FantasyHayatim boyunca herkes bana deli dedi. Bir sey ne kadar sık dile getirilirse o olurmuş derler. Olur muydu? Olurdu biliyordum. Adim asel.... alkolik bir baba faise bir anne ozurlu bir kardeş ve yillarca turkiyede ki tum yetistirme yurtlarini gezen...