Manifesto

1.3K 139 10
                                    

Bir hüsran dilekçesi oluşturdum. Sürekli düşünmek adını verdiğimiz dostuma bundan bahsetmek istiyorum. Yalnızlaşan ve iç karartıcı tablolarla boğuşan insanlardan mısınız? Ya da hakimiyetiniz altına alamadığınız kişileri yıldırmak için çabalayanlardan mı? Sürekli anlatıyor olsam bile adını koyamadığım hikayelerimi kimsenin dinlemeyeceğini düşünürdüm. Aslında bir şeyler anlatırken bile bunun içten gelenin yansıması olup olmadığına dair şüphelerim var. Tek korkum tam olarak anlaşılamamak olabilir... Aslında bu külliyen yalan ve açıkçası hiç umurumda değil. Şahsi olarak bir insanın beni anlamasına dair umutlarımı katlayıp, güzel bir kitabın arasına koydum. Tüm düşüncelerimi, hayatımı ve yaptıklarımı insanların beni anlamayacak olmalarına ve bu yolda nasıl davranmam, kendim olmam, benliğimi korumam gerektiğine dair doğruluklara adadım.

Açıkçası dışarıdaki insani görünen ve dünyanın kütlesinde bir varlık değeri taşıyan kişi benim. Görüntü itibariyle yaşam belirtilerim pozitif ve bu evrenin içinde varlığımı sürdürüyorum. Gerçekten her gün uyanmak gibi bir zorunluluk olmasaydı belki de rüyalar aleminde veya düşlerle yaşama tutunabilirdim. Üzerimize yıkılan yaşama zorunluluğu ve bu zorunluluğun dış dünyamıza yansıttıkları bir tarafa; iç dünyamızı yok edebilecek boyutlara gelmesi rezaletiyle karşı karşıyayız.

Bu işin temeli olarak insanın kendini keşfetmesinden falan bahsediyordum genel olarak ama kendini keşfedince de işler sarpa sarabiliyor. Dünyanın adaletsiz, nankör ve yalanların içinde bir böcek kadar değersiz bir kavram olması en nihai sebebi bu durumun. Kusura bakmayın! Hayat güzeldir klişesi yapan insanların göz bağlarını ben bağlamadım ama ben açabilirim. Bilemiyorum, inandığım bir şey varsa ne kadar anlatırsan anlat insanların hep kendi düşüncelerine tutuklu kaldığıdır. Düşünce hapishanesi... İnanır mısınız bu hapishanelerin farklı biçimleriyle ve katı görünümlülerinde çok görüşme yaptım. Bir tel örgü arkasından bakmalarını umuyordum. Oysa ki onlar her dakika, saniye yeni tuğlalar örüyorlardı görüşme salonumuza. Ne ilginçtir belki benim ukalalığım diye kendime hayıflanıyordum. Çünkü kendini ruhen sıfırlamış, sıfırı da tüketmiş bir iç savaş gazisi olarak konumlandırıyordum kendimi. Bir suç varsa benim olmalıydı. Evet benim. Nedenler her zaman bu kadar önemli miydi peki? İnsanoğlu hep suçlu arar ve suçu başkalarına yıkmayı sever. İsterseniz ben tüm Suç ve Cezaların Raskolnikov'u olabilirim...

Son zamanlarda ise saçlarıma akların düştüğünü görüyorum. Düşünce özgürlüğümü kullanmanın farklı bir olumsuz dışa vurumu olabilirmiş sanırım. Biyolojik olarak olabilirliğini tartışabiliriz elbette. Ama düşünme eylemini gerçekleştirdiğim için beni vücudumun bile cezalandırdığı düşüncesine kapılmak istemiyorum. Düşünmek dedim... Sanırım bir tel daha beyazlara karıştı. Çok korkunç geliyor değil mi tüm bu konuşmalar. Peki anlattıklarımda yadsınabilecek bir anlam ifade ettim mi? Hepsi oluyor bunların ve yaşamak adını verdiğimiz eylem içinde, tek başınalığımızı ifade etmek istiyorum.
Benden farklı değilsiniz... Sayımız az olabilir ama gördüğümüzde birbirimize dokunan bir sıcaklık var. Yakın bir zamanda yaşadığım bir sıcaklık hatta. Susuyor ve anlatmak istiyor. İnanır mısınız onu çok iyi anladığımı ifade eden cümleler kurdum ve yaşadığı durumun çıkış yollarına değindim. Bu, insanın bazen kendi yaşadıklarının benzer boyutlarının başkalarında olmasının getirdiği "anlama algısı"nın sonuçlarıdır. Eğer hiçbir cümle kullanmadan birinin yaşadıklarını ve hislerini görebiliyorsan müthiş bir insana bürünmüşsün demektir. Aynı oranda da için çürümüş ve tek başınalığın insanı olmuşsundur ama...

Ben kesinliklerle uğraşmıyorum. Öyle bir iddiam olduğuna dair de bir şey söylemedim. Sizler her şeyinizin kesin ve net oranlar içinde olmasını istiyorsunuz. İnsanlığın bu bitmek bilmez aptallığı ve kibri beni kahrediyor. Kimi zaman böyle insanları bir dizi veya filmi izlercesine seyrediyorum. Hep söylüyorum ya kibir yaratığı diye aslında bu kavram az bile geliyor... Lanet olsun ki kendimize değer vermiyoruz. Bu garanticiliğin, avantacılığın, kendilerini kesinliklerin sularına bırakanlardan nefret etmemek bir hastalık olurdu vücudumda. Eğer insan omurgası kas, kemik ve dokulardan ziyade; düşünce ve insani kaliteden oluşsaydı yerle yeksan olurdu insanlık. Evet insanlık dedim... Dışarıdaki hayattan tiksinmemek için hiçbir sebep göremiyorum. İşler asla cinsiyet boyutunda değil ve sanki bir iğrençlik nirvanasında yaşamaya mahkumuz. Unuttunuz mu varlık olarak hala varım ve bu saçmalığa maruz kalmak durumundayım. Biliyor musunuz geldiğim eşik artık benim mi, yoksa bu gördüklerimin mi insan olduğuna dair. Amacım aşağılamak asla değil. Sadece bir manifesto veriyorum düşüncelerime bu yazımda. Şikayetlerimi okuması umuduyla düşünce suçlusu oluyorum bu gecelik...

Düzelmesini beklemek gibi bir hoyratlığa girişemem asla. Sadece kendi kafamın içinde yaşattığım insanla beraber bütün bu saçmalıkların içinde doğru, dürüst ve insan kalabilmek.  Ve sana bir not düşünce arkadaşım... Düşünmekten asla vazgeçme.

Delilik EşiğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin