8. Bölüm

826 77 0
                                    

Sessiz sokakta yürürken zihnimde biriken düşünceler bana ağırlık yapıyor, üstümdeki bu yük yalnızca yavaş adımlar atabilmeme neden oluyordu.

1 sene.

Tam bir sene boyunca hiçbir yerde ismini duymamıştım. Hiç görmemiştim, çok sevdiğim sesini duyamamıştım.

O bayıldığım, beni sanki sarhoş eden kokusunu hiç içime çekememiş, ondan mahrum kalmıştım.

Sarılamamıştım, dudaklarının büyüleyici tadını alamamıştım.

O derin derin bakan kahvelerini görmek için, o ilk zamanlarda neleri vermezdim.

Beni bırakıp gittiği günden sonraki her gün, her anımı onu düşünerek geçirmiştim. Birlikte yaşadığımız her saniye, tonlarca kez kafamın içinde tekrar tekrar hayat bulmuştu, çok canlı bir şekilde, tekrar tekrar yaşamıştım o anıları. Kafamda hiç bitmeyen bir tiyatro oyunu sergileniyor gibiydi.

Ama sonra azaldı. Başlardaki, kalbimi sarıp sarmalayan o aşk, o sevgi önce acıya döndü. İçimi cayır cayır yakan, yüreğime kocaman bir yük olan acıya.

Sonra bu acı yalnızlık hissine bıraktı yerini. O bile çok durmamıştı bende, diğer her şey gibi. Duygular bile benimle kalmıyordu, onlar bile bırakıyordu beni. Bu nasıl oluyordu? Niye hiç kimse, hiçbir şey sadece yanımda kalmayı başaramıyordu? Nasıl bir insandım ki ben?

Yalnızlık, o terk edilmişlik duygusu da çok durmadı bende. Bu his de yerini öfkeye bıraktı.

Öfke ise intikam hırsına.

Bu intikam hırsı da kendinden önceki tüm duyguları öylece yutmuş, kendi çöplüğünde imha etmişti.

Aileme yapılanların bedelini ödetecektim, evet. Bundan hiçbir şeyde olmadığım kadar emindim ve kesin bir karar vermiştim.

Peki ya Aras?

Onu hiç düşünmemiştim.

İçimdeki boşluk reddedemeyeceğim büyüklükteydi. Ve her ne kadar kabul etmesem de, o boşluğu doldurması için, hep gelmesini beklediğimi şimdi yeni yeni fark ediyordum. Içimde hep bir umut vardı. Onu, beni bırakıp gitmesine ve onca zaman yapayalnız bırakmasına rağmen dönerse eğer bir şekilde affedebileceğimi düşünüyordum. Çünkü onu hala, delice istiyordum.

Bunu hiç kabullenmemiştim ama öğrendiğim yeni gerçekle birlikte, fark etmeye başlamıştım.

Aras Demirel.

Bana bir zamanlar hayatımı geri veren adam.

Farkında olmasa bile, bazı anlar dışında, genellikle bir şekilde uzak durmaya çalışsa bile yine de bir şekilde acılarımı saran adam.

Bana hiç tatmadığım duyguları ilk kez, hatta belki de son kez yaşatan o adam.

Aras.

Düşündüğüm gibi biri değildi.

MİT'te çalışan vatansever, ama güçlü ve serinkanlı biriydi hep gözümde. Belli etmemeye çalışsa da içten içe iyi kalpli olan. Sadece yaşadığı şeyler yüzünden kendini dış dünyaya kapatan güzel yüzlü, yaptıkları tam tersi olsa da içten içe, gerçekte güzel ruhlu olan bir adamdı gözümde. Buna o kadar inanmıştım ki.

Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim?

Şimdi de vatanseverin tam tersi olan, kirli işlerle zengin olmuş bir adam olduğunu öğreniyordum. MİT bile oynadığı oyunlardan biriydi belki de.

Bunu nasıl yapardı?

Ben ona bu denli inanmışken, ne olursa olsun içten içe iyi biri olduğunu, sadece içindeki acı çeken çocuktan dolayı bunu sakladığını düşünmüşken, o nasıl yapardı bunu?

MIT'e girmeyi başarmış bir mafyaydı o. Kim bilir kaç masum kişinin öylece canına kıymıştı?

Buna yine inanamadım. Orada adının olmasına rağmen, yine de masum insanları çıkarları için öldürdüğüne inanmadım. Ne olursa olsun, kim ne derse desin buna asla inanamayacağımı da fark ettim.

Hiç değişmemiştim belki de. Konu o olduğunda, öldürdüğümü sandığım ama belki de sadece içimde bir yerlerde uykuda olan Rüya uyanıyordu sanki. Yerinden usulca kalkıyor, ve mantıkla çalışan kısmımı avuçlarıyla sarıp örtüyordu.

Boş sokağın içinde, gölgelere karışıp sessizlikle sevişiyordu ruhum. O an aklım çalışmayı bırakmış, yaklaşık 1 senedir bastırdığım ve yok olduğunu sandığım tüm duygularım etrafımı sarıp sarmalamıştı. Sanki dev bir el beni avuçlarının içine alıp yumruğunu sıkıyor ve beni eziyordu. Bütün bu duygu fırtınası arasında sıkışıp, ayakta duramaz hale gelmiştim.

Öylece çöktüm kaldırımın kenarına. Öyle farklı hissediyordum ki, bu yabancılık beni korkuttu.

Korku bile öylesine yeniydi ki.

Özlem.

Öfke.

Aşk.

Tutku.

Acı.

Hayal kırıklığı.

Nefret.

Hepsini aynı anda tüm gerçekliğiyle hissetmek, onca şeyi kaldıran bedenimin kaldıramayacağı belki de tek şeydi.

Tüm harabemle birlikte dik duramaz oldum, oturduğum kaldırımda öylece yere yıkılıp cenin pozisyonunda yatar oldum.

Artık vücudum titriyordu. Havanın soğuk olup olmadığını hissetmeye çalıştım. Ancak onca duygunun arasında yeni hislere yer yokmuş gibiydi. Hissedemedim.

O an yaz mevsiminde miyiz kışta mıyız onu dahi bilemez duruma gelmiştim. Algılarım kapanmış, dış dünya benim için kapanmış, sadece zihnimin oluşturduğu hayali bir dünya var olur olmuş gibiydi. Gördüğüm tek şey ise, her yanımı saran Aras'tı.

Onlarca Aras etrafımı sarıp bana bakıyordu o an. Biri acıyarak, biri sevgiyle, biri özlemle, biri bir katilin sahip olduğu öldürme arzusuyla dolu vahşi bir bakışla, biri hissiz...

Deliriyor gibiydim. Ne yapmam gerekeceği gerçeği, daha doğrusu neye zorlanacağım bilgisi zihnimde dolaştıkça daha da delirir gibi olmuştum.

Aras yer altı dünyasının en tehlikeli üyelerindendi.

Devlet için tehlike arz ediyordu.

Devlete zarar veriyordu.

Durdurulması gerekiyordu.

Durduracak kişiler gizli bir örgüt olmalıydı.

Ama çok güçlü.

Dışarıya bilgi çıkmamalı, iş sessiz, gizli ve temiz bir şekilde halledilmeliydi.

Bunu yapacak kişiler ise, devletin o gizli gücü olmalıydı. Dış dünyadan saklanan o güçlü yumruk.

Bunu biz yapacaktık.

Aras'ı öldürmek zorunda kalacaktım.

Bunu yapmak zorunda olan kişi, bendim. Biliyordum.

Beni bu güçlü halime dönüştüren insanı, bana hiç yaşamadığım duyguları yaşatıp aşkı tattıran adamı, beni bırakıp giden ama hiçbir açıklama yapmayan adamı, yine de içimde bir yerlerde onu sevmeyi hiç bırakmadığım adamı, kurtarıcımı ve katilimi öldürmek zorunda kalacaktım.

KAFESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin