28–Mart–2015
Mağazanın kapısından giren aileyi fark edince bilgisayar ekranındaki bakışlarını kapıya yöneltti ve oturduğu masasından kalktı. Eteğini düzeltip, başörtüsünden saçının çıkıp çıkmadığını kontrol etti. Kalabalık olan bu gurubun düğün için alış veriş yapacaklarını hemen anladı. Yanlarındaki tazecik çiftin heyecanı uzaktan bile fark ediliyordu. Karşılamak için yüzüne, uzun bir süredir edindiği standart gülümsemesini oturttu ve müşterilerin yanına gitti.
" Buyurun efendim, hoş geldiniz."
" Hoş bulduk kızım," dedi içlerinden en yaşlısı. Yanında eşi olduğunu tahmin ettiği kadın da hemen atılıp;
" Biz salon ve yatak odası takımlarına bakacaktık" dedi.
Gülümsemesini soldurmadan cebindeki uzaktan kumandayı çıkartıp mağazada gittikleri yönün ışıklarını yaktı.
"Buyurun size yardımcı olayım. Şu taraftan başlayalım" diyerek sağa döndü ve kendisi önde müşteriler arkada mağazayı dolaşmaya başladılar.
Anne babaların ve bir de halanın olduğu grup mobilyalarla ilgilenirken genç çift birbirleriyle meşguldüler. Hep en arkada kalıyor, kaçamakta olsa arada el ele tutuşuyor, kendi aralarında sessizce kıkırdayıp duruyorlardı. Yaşları evlenmek için çok erken görünüyordu. Zeynep, buraya gelen her evlenecek çift gibi bu gençlerin de hikâyesini birazdan keşfedecekti.
Gösterişli ve pahalı takımların bulunduğu bu ilk kat aileyi çok da memnun etmemişti. Etiketlerdeki yüksek fiyatlar beğeni dürtüsünü frenliyordu. Zeynep bunu fark edince aileyi üst katlara çıkardı. Daha sade ve daha uygun fiyattaki takımlardan satış yapmakta zorlanmadı. İkna kabiliyeti hep takdire şayandı. Tanıttığı mobilyalar hakkında yorum alırken gençlerin hikâyesini de kafasında kabataslak çıkarmıştı.
Aynı mahallenin çocukları olduklarını, aynı okulu bitirdiklerini, orta öğrenimden beri birbirlerini sevdiklerini, daha delikanlının askere gitmediğini ve gelininde iki aile ile aynı mahallede oturacaklarını konuşmalar arasında dinlemişti. 'İşleri zor'diye düşündü genç kız. Çünkü her iki aile de baskın tiplerdi. Gençlerin kendi hayatları hakkında pek de söz sahibi olabileceklerini düşünmüyordu. 'Kendi düşen ağlamaz'dedi yine içinden. Gençlerin birbirlerine ayran suratla bakışları midesini bulandırdı. Bu insanlar nasıl bu kadar aptal olabiliyordu? Gözlerine inen sevda perdesi nasıl oluyor da bir insanın etrafındaki gerçekleri bu denli örtebiliyordu?
Zeynep, babasının rızası olmadığı halde çalışmaya başladığı bu mağazada neler görmüştü neler. Ne çok insan türü vardı bu hayatta, şahit oldukça anlamıştı. Gelen insanların mağazayı gezerken yaptıkları yorumlardan, beğenilerinden, burun kıvırmalarından, itaat edeninden, etmeyeninden nasıl karakterde olduklarını artık hemen anlayabiliyordu. Kim kibirli, kim zevkli, kim olduğu gibi görünen, kim olmadığı gibi görünmeye çalışan hemen tespit edebiliyordu. Her zaman yaptığı gibi bu çiftin beraberliklerine de ömür biçti. 'Bir sene'dedi 'bir sene sonra bu bakışlardaki bu hülyalı perde gerçeklerin rüzgârı ile havalanır ve her şey değişir.'
Mobilyalar beğenilip, siparişler verildikten sonra alt kata inmişler, masanın etrafında oturan büyüklerle teslim tarihinde de anlaşmışlardı. Ödeme şeklinde mutabık kalınıp fatura işlemleri de sona erince müşterilerini memnun etmenin rahatlığı içinde aileyi kardeşi Hakan'la birlikte yolcu ettiler.
Mart ayının sonunda olmaları hasebiyle günler yoğun geçiyordu. Düğün mevsimi yaklaşmıştı ve bir haftaya kalmaz nisan ayının girmesiyle bu hazırlıklar daha da hızlanacaktı. Bu daha fazla yoğunluk ve daha fazla satış demekti. Hele bugün günlerden cumartesi oluşu bu yoğunluğu iki bazen üç, dört katına çıkarabiliyordu. Zeynep küçük bir mola için terasa kaçmaya çalışırken kardeşi Hakan'a el işareti ile "ben yukarıdayım" dedi.
En üst kata asansörle çıkıp sağa döndü. Kapıyı açıp, depo gibi kullanılan odadan geçip kendisini terasa attı. Akşam serinliği yüzünü yaladı. Korkuluk görevi gören duvara doğru yanaştı. Gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı ve Trabzon Kaşüstün de batmakta olan güneşin kızıl sıcaklığını hissetmeye çalıştı. Bordo mavi ikilisinin oluştuğu anı yaşıyordu. Gün boyu kendi harında kavrulan, akşam kızıllığı bordoya dönen güneş, serin, hırçın ama bir o kadar güçlü mavi denizin kucağına sığınmıştı. Yorgun görünüyordu ama bir o kadar da huzurlu. Gülümsedi. Küçüklüğünden beri gökteki güneşi, akşama kadar çalışıp ter döken, sıcaktan yanakları al al olmuş, sıcakkanlı, becerikli ve pratik zeki Karadeniz kızlarına; boydur boyu ufku kaplayan koyu mavi denizi de, kendi gibi hırçın, dalgaları gibi karışık, bereketli, soğuk, güçlü ve capcanlı Karadeniz erkeğine benzetirdi. Bu ikiliyi en çok da akşam üzeri seyretmeyi severdi. İyi gelmişti. Yanaklarındaki kasılma yüzüne yapıştırdığı gülümsemedendi. Çenesini ileri geri esnetti. Birden aldığı sigara kokusu irkilmesine sebep oldu. Sağına soluna bakındı. Etrafta kimse yoktu. Yere bakınca üzerine bastığı izmaritlerin sebep olduğu koku genzine seneler önceki eter tadını bıraktı.
" Kahretsin! Hakan!"
Elli kere söylemişti. İçtiğiniz bu haltın çöpünü yere atmayın diye ama dinleyen kim? Kendi kardeşine laf anlatamamıştı ki, çalışanlar söz dinlesindi. Her keskin koku gibi bu da zihnini yaklaşık altı sene önceye geri götürmüştü. Senelerdir tekrar tekrar yaşadığı bu sahneden yorulmuş olsa bile hafızası o anı unutmasına izin vermiyordu. En küçük bir olay, keskin bir koku, alakasız bir ses seneler öncesine gitmesine sebep oluyordu. Tam beş sene olmuştu, beş sene, on bir ay, dokuz gün. Ama hatıraları o gün kadar taze, o gün kadar canlı, o gün kadar acı vericiydi. Tıpkı şimdiki gibi! İşte yine o uğursuz gündeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UKDE (Raflarda)
RomantikBu adamın, ikisini de mahvedecek olan bu intikam planını anlamaya çalışarak; "Nasıl bir sebep; seni sevmeyen ve sevmeyecek olan bir eşe bağlayacak kadar seçeneksiz olabilir ki?" "Benim derdim ne sevmek ne de sevilmek?" "Ya, bu benim derdimse?" Genç...