17. Bölüm

117 5 0
                                    


Bahçede bekleyen adamların kim olduklarını merak ederek dışarı çıktı. Bakışları da en az bedeni kadar yorgundu. Kızının ihaneti hiçbir yüke benzemiyordu. O lanet herif kızını kaçırdığı zaman çıldırmış, üzülmüş, onu zarar görmemiş bir şekilde kurtarmak için parçalanmıştı. Kızı suçsuzdu. Masumdu. Oysa şimdi acısı başkaydı. O kameraya el sallayan genç kız yüreğinin her köşesini jiletle doğramıştı. İnce ve keskin bir acı nefes almasını zorlaştırıyordu. O zaman mağduriyet olan durum şimdi ihanetti. İhanette ateşten bir gömlek giymek demekti. Yanıyordu. Ağzını her açtığında yüreğinin ateşi dudaklarını harlıyordu. Kapıda bekleyen genç adama;

" Kimmiş bu gelenler Taner?" Diye sordu.

" Bilmiyorum Reşat Amca seninle acilen görüşmek istediklerini söylediler."

" Tamam, sen çardağa al! Geliyorum!"

İçeri seslenerek karısını haberdar etti.

" Hatice ben çardaktayım!"

İçeriden sesi duyan Hakan da babasının yanına gelerek;

" Bende geliyorum baba!" Dedi.

Terliklerini çıkarıp ayakkabılarını ayağına geçirdi. Dört basamaklı merdiveni güçlükle indi. Ayakları nedense geri geri gidiyordu. Yaklaştıkça huzursuzluğu arttı. Arkası dönük adamla beraber iki kişiydiler. Selam vererek çardağa girdi.

" Selamun Aleyküm" der demez arkası dönük adamın yüzünü gördü.

" Aleyküm Selam!"

Üzerine perde çektiği geçmişinden çıkıp gelen, hiçbir nezaketi hak etmeyen bu insanların evinde ne işi vardı?

" Niye buradasın?"

Sorduğu bu soruya cevap almak istemiyordu. Bu adamın kuracağını tahmin ettiği cümleleri kaldıramazdı. Adam ayağa kalkmış böyle karşılanacağını bildiği halde gelmesi gerektiğine inandığı için istemeyerek de olsa buraya gelmişti. Yapacağı konuşmanın zorluğuyla yerine oturdu. Boğazını temizleyerek derin bir nefes aldı. Konuşmakta zorlandığı belliydi.

" Buyur otur... Reşat Karlı!"

" Kendi evimde ne yapacağımı senden öğrenecek değilim! Niye geldin?"

" Zeynep için!"

Dizleri titredi. Bacakları bedenini taşımakta zorlanmaya başlamıştı. Yavaşça çardağın pergolasından destek alarak ahşap sedire oturdu. Bu adamları tanımayan ama babasının tanıdığını anlayan Hakan da yaşlı adamın yanına ilişti. Yaralı adam, duymak istemediği sözleri ertelemek için;

" Ne olmuş Zeynep'e?" Diye sordu.

Adam hemen cevap vermedi. Zor olan bu konuşma gittikçe ağırlaşıyordu. Yeniden derin bir nefes aldı.

" Zeynep bizim yanımızda! Seni haberdar etmek istedik!"

İşte şimdi küçük bir çocuğun ipini sardığı topacının ucundaydı. Yere fırlatılan bu topaçla beraber hızla dönüyordu. Bütün görüntüler birer karartıydı artık. Kulaklarındaki sesler boğuk bir uğultuya dönüşmüştü. Etrafta ne tutunacak bir dal, ne de sığınacak bir kovuk vardı.

Şüphelenmişti. Bu adamın her şeyi bu kadar detaylı bilmesinden işkillenmişti. Nasıl yapmıştı? Kızı ona bu kötülüğü nasıl yapabilmişti? Altı sene öncesi yaşanan zorlukları beraber aşmamışlar mıydı? Onu herkesin dilinden, bakışlarından, ithamlarından elinden geldiğince korumaya çalışmamış mıydı? Dertleri tasaları bir değil miydi? Tek suçu bir yuva sahibi olmasını istemek miydi? Onu dünya gözüyle emanet edebileceği insanların yanına yerleştirmek miydi? İnanamıyordu. İnanmak istemiyordu. Kendi evladı, tek kızı düşmanla işbirliği yapmıştı. Onu bu yaşa getiren, bakıp büyüten, kanı canı olan babasını bırakmış, düşmanına sığınmıştı. Bu yaşta onu, utançla yaşamak zorunda bırakmıştı. Şu an anlamıştı ki insanı düşmanın düşmanlığı değil, canının kanının düşmanlığı devirebiliyordu. Koynunda yılan beslemek bu olsa gerekti. Demek ki bu acı daha önceleri de yaşanmıştı ve bu cümleler kurulmuştu. Hatta seneler öncesi aynı cümlelerin tek öznesiydi. O zamanlar kendisi için kurulan cümleler bugün kızı için kuruluyordu. O günde kulaklarını tıkadığı her duygu bugün karşısına dikilmişti. Düşüyordu. Kayboluyordu. Ufalıyordu. Hâlbuki şu an dünyanın yıkılması gerekirdi. Hayatın bitmesi, kıyametin kopması gerekirdi. Bu acı bu canla nasıl taşınacaktı? Hakan babasının geçirdiği buhranı görmeden adamlara şüpheyle bakarak;

" Siz kimsiniz?" Diye sordu. Yine içlerinde en uzun boylu olanı genç delikanlıyı cevapladı.

" Ben Ahmet Çarmıklı, dedi. Orhan Çarmıklının amcasıyım. Baban bizi iyi tanır delikanlı!"

Bunu duyan Hakan'ın gözleri yuvalarından fırladı. Ablasının bu adama gittiğine asla ama asla inanmazdı. Ani bir tepkiyle;

" Yalan söylüyorsunuz" dedi.

Ablası senelerce kahrını çektiği, bıraktığı izlerden kurtulmaya çalıştığı, altı senedir ondan nefret ederek yaşadığı bu adamın yanına mı gitmişti? Hayır! İnanmıyordu!

Adam ailenin yaşadığı dramın farkındaydı. Neticede kendisi de bir kız babasıydı. Bu adam her şeyi hak etmesine rağmen bir babanın başına gelebilecek en büyük felaketi yeğeni sayesinde ikinci kez yaşıyordu. Hak etmesine ediyordu hem de sonuna kadar ediyordu ama yine de şu an bu adama acımadan edemiyordu. Sakin ve anlayışlı olmaya çalışarak cevap verdi.

" Hayır delikanlı yalan söylemiyorum! Zeynep yanımızda!" 

UKDE (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin