8. Bölüm

172 9 1
                                    

                                                            5 sene 11 ay 12 gün öncesi...

Vakit öğleni geçmişti. Kendisine ait olan divana büzülmüş duyduklarının etkisinden çıkamamış, gözyaşları yastığını göl etmiş vaziyette kaç saattir yatıyordu. Elindeki mendile burnunu sildi. Artık burun derisi silinmekten aşınmış olacaktı ki her burnunu sildiğinde canı acıyordu.

Babası hâlâ gelmemişti. Her geçen dakika ailesine kavuşma umutlarını zayıflatıyordu. Ya onu bulamazlarsa ne olacaktı? Ya bu adam dediğini yaparsa ne yapacaktı? Ya babasını öldürürse bu acıya nasıl dayanacaktı? Yapar mıydı? Babasına gerçekten bunu yapar mıydı? "İntikam" diyordu. Babası onu bu kadar kızdıracak ne yapmıştı?

Yüzlerce kez kendisine aynı soruları sorup durdu. Her seferinde cevabını bulamadı. Her soru yüreğini aynı acıyla kesti. Gözyaşları bitmek bilmedi. Aynı kederle, aynı üzüntüyle ve aynı korkuyla yeniden yeniden ağladı. Ta ki mutfaktan nefis kokular gelene dek. Acıkmıştı. Kendisine ihanet eden midesine kızdı. Yemeyecekti. Hele onunla asla aynı sofrada yemeyecekti. Delikanlı mutfaktan çıkıp yere kurduğu sofraya bir şeyler getirdi. Yemek vakti gelmişti. O zaman havanın kararmaya başladığını fark etti. Bugün hiç güneş görmemişti. Hava da tıpkı kendisi gibiydi. Boğucu, puslu, karanlık ve soğuktu. Gökyüzü de kendisine sırdaşlık ediyordu. Acısını paylaşırcasına etraflarını duman kaplamıştı. Yağmur dolu bulutlar bir bir üstünde sıkışmıştı. Delikanlının odaya girmesiyle başını yastıktan kaldırdı. Ensesine yapışan saçlarını eliyle havalandırdı. Sırtını duvara dayadı. Kâğıt havlu rulosundan yeni yaprak kopardı ve gözleriyle yarış halinde olan burnunu sildi.

" Hadi sofraya!"

Hiç onun tarafına bakmadı. Duymuyor gibi yaparak elindeki mendille uğraştı. Delikanlı üstelemedi. Tekrar mutfağa gitti. Döndüğünde elinde, içinde etlerin cızırdadığı tavayı ocağın önündeki ızgaranın üstüne koydu. Döndü. Sofradaki bardaklara su doldurdu. Bunu fırsat bilen genç kız göz ucuyla ızgaranın üstündeki tavanın içine baktı. Kızartılmış etlerin yanında kızartılmış domates ve biber vardı. En sevdiği üçlüydü. Demek ki sabah gördüğü adam bu malzemeleri getirmek için gelmişti. Delikanlı tekrar;

" Sofraya!" Diye emretti.

Genç kız açlığına rağmen bu çağrıyı duymazdan geldi. Mücadele etmeliydi. Her şey onun istediği gibi olamazdı. Ona karşı durabildiğini göstermeliydi.

Delikanlı hiç istifini bozmadan ızgaranın üzerinden cızırdayan tavayı aldı. Sofranın üzerine koydu ve ekmeğini yağına bandıra bandıra yemeğe başladı. Hayatında yemeğe hiç bu kadar muhtaç olmamıştı. Canı ne zaman istese her istediğini yemek basit bir olaydı. Nefes almak kadar basitti. Oysa şimdi açlığı tanımaya başlamıştı. Annesinin yemesi için ikna çalışmalarını umursamayışları geldi gözünün önüne. Açlığı tanıtan o resimler ne çok şey ifade ediyormuş şimdi anladı. Sofraya bakmamaya çalışsa da gözleri hep kaçamak yapıyordu. Etleri dilimleyip nasıl da iştahla yiyordu mikrop! Koku bütün hücrelerini zorluyordu. Mendiliyle burnunu kapadı. Sanki biraz faydası olmuş muydu? Hayır! Vücudunun her zerresi alarm veriyordu. Ama dayanacaktı. Yemeyecekti. Tekrar gözyaşlarından ıslanan nemli yastığına başını koydu. Şimdi annesi ne haldeydi? Babası belki de dışarılarda kendisini arıyordu. Hakan acaba bu başına gelenleri anlamış mıydı? Muhtemelen babası bütün tanıdıklarını ayaklandırmıştı. Teyzesi ve Oktay enişte kesin evlerindeydi. Hepsi evde kendisi için üzülüyorlardı. Tıpkı dedesi ve anneannesinin cenazesinde olduğu gibi! Belki de buradan kurtulamayacak, kendisi de dedesi ve ninesi gibi ölüp gidecekti. Burnundan gelen acı sızı durulan gözyaşlarını yeniden harekete geçirmişti. İşte şimdi oldu! Açlık şimdi umurunda değildi.

UKDE (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin