6. Bölüm

164 6 1
                                    


                                                      5 sene 11 ay 10 gün öncesi...

Sessizlik için de kahvaltılarını yapmışlardı. Annesinin yemesi için yaptığı türlü türlü yumurta çeşitlerini reddedişleri geldi aklına. Oysa şimdi burada başka şansı olmadığı için bakır sahana kırılmış ve sarıları patlatılmamış yumurtayı yerken annesi görse kadın şaşkınlıktan küçük dilini yutardı. Daha çayını bitirmemişti ki delikanlı masayı toplamaya başlamıştı. Elinde yarım çay dolu bardağını tutarken genç kız küskün küskün sofranın kenarında oturmaya devam ediyordu. Ne yapmalıydı? Bu esaretten nasıl kurtulabilirdi? Babası onu burada bulabilecek miydi? Telefonu yanında değildi, muhtemelen onu bu deli yok etmişti. Acaba onda telefon var mıydı? Aklına gelen bu fikirle biraz sevinç duydu. Oturduğu yerden kalkıp mutfağa doğru yürüdü. Kapıya gelince delikanlı arkasına dönerek;

" Ne var?" Dedi.

Eğer telefonu varsa ona ulaşabilmek için delikanlıya dostça davranmalıydı.

" İstersen bulaşıkları ben yıkayabilirim!"

Delikanlı ona ifadesiz gözlerle bakarken kafasında bir şeyler kurduğu belliydi. Tezgâhın üzerindeki bıçağı alarak pantolonunun arka beline, gömleğinin altına soktu.

" Seve seve... Buyur" dedi ve mutfaktan çıktı. Ayak seslerini takip eden kulakları sadece kapanan kapının, kilitlenen sesini duyabildi.

Delikanlının çıktığından emin olunca hemen odaya geri geldi. Yastıkların altına, divanın ve yatağın altına, aradaki dolabın içine ve aklına gelen her yere aceleyle bakındı. Umutla açtığı her köşe onu bomboş karşıladı. Kulağı kapıda yılmadan aramaya devam etti. Bir süre sonra hızlı hareket etmekten ve heyecandan alnı boncuk boncuk terlemişti. Ellerini beline koyduğunda mutfak dolaplarını kolaçan etmeyi yeni bitirmişti. Yoktu. Onu buradan kurtarabilecek hiçbir şey yoktu. Gözleri tezgahın üzerindeki bulaşıklara değince hemen işe girişti. Baş belası delikanlı geldiğinde şüphe uyandırmak işine gelmezdi. Zaten az olan bulaşıkları kısa sürede yıkayıp odaya geldiğinde dışarıdan gelen sese kulak verdi. Pencereye yaklaşınca delikanlının odun kırdığını gördü. Nisan ayında olmalarına rağmen burası hâlâ soğuktu. Hatta yerlerde ara ara erimemiş küçük kar kütleleri duruyordu. Kim bilir ne kadar yükseklikteydiler. Etrafta fazla ağaç göremediğine göre hayli yüksekte olmalıydılar. Oturmadan ocağın önündeki çaydanlıktan kendisine bir bardak çay doldurdu ve pencerenin yanındaki divana -delikanlının akşam yattığı divan olmasını umursamadan- oturup baltayla odun kıran bu delikanlıyı seyre koyuldu. Uzun boyluydu. Zayıf ama güçlü kolları vardı. Dün bir çırpıda kendini derdest edip, bileklerini sıkarken bunu çok iyi anlamıştı. Kumral ve düz saçlıydı. Bir de arada bir kararan kahverengi gözlere sahipti. En yakın arkadaşı Dilek şimdi burada olsa ayran gülüşüyle bu delikanlının içine düşerdi. "aman, canı cehenneme!" diyerek düşüncelerini telefona nasıl ulaşacağına odaklamalıydı. Hiç konuştuğunu görmemişti. Ama bu dağ başında telefonunun olmaması mümkün değildi. Bunu nasıl öğrenecekti. Birden genç kızın yüzü düştü. Telefonu ele geçirse, babasını arasa bile ona ne diyebilirdi? Kendisi ne biliyordu? Babasına oldukları yer hakkında hiçbir bilgi veremezdi. Sadece kocaman bir yamacın eşiğinde olduğunu biliyordu. "Olsun!" dedi içinden en azından kendisini nerede araması gerektiği hakkında bir ipucu olabilirdi. Ya da polisler aradığı numaranın yerini tespit edebilirlerdi. Hatta burada internet çekiyorsa delikanlının telefonundan konum bile atabilirdi. Yeniden umutları canlandı. Bir an önce eğer varsaşu telefona ulaşmalı, babasını aramalı ve kendisini bulmalarına yardım etmeliydi.

UKDE (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin