20. Bölüm

131 9 0
                                    

6 sene öncesi...

Tam yedi gün olmuştu bu eve geleli. Bugün delikanlı da her zamankinden farklı bir hal vardı. Sabah kahvaltılarını acele ile etmişler, genç kızı odada bırakıp dışarı çıkmıştı. Yolun ağzından aşağı inmiş, çıkmış, yine inmişti. Yol önceki gün açılmış bu sefer delikanlı o adamla daha aşağıdaki kayanın dibinde buluşmuştu. Zeynep bu buluşmayı pencereden görmeye çabalamış ama pek de başarılı olamamıştı. Ne olduysa zaten o görüşmeden sonra olmuş, delikanlı farklı bir telaş içinde geri dönmüştü. İleri geri, geliş gidişleri eve doğru hızla yürümesiyle son bulmuştu. Hemen pencerenin önünden çekilmiş, kendi divanına çıkıp oturmuştu.

Odaya giren delikanlı genç kızın karşısındaki divana geçerek oturdu. Ellerini iki yanına destek yaparak genç kıza yapacağı konuşmanın hazırlığını yaptı. Derin bir nefes alıp bakışlarını genç kıza hızla çevirdi. Sözlerinden önce bakışları ile olayın ciddiyetini anlamasını istiyordu.

" Vakit geldi" dedi.

Mavi gözler anlamayarak;

" Neyin vakti?" Diye sordu masumca.

Genç kızın vereceği tepkiyi biliyor olması bunu en aza indirmeye çalışmasına yetmiyordu.

" Birazdan burada olacaklar!"

" Kimler?"

" İmam ve şahitler!"

Genç kız dehşetle oturduğu yerden kalktı.

" Sen! Sen bunu yapmış olamazsın!"

Delikanlı da ayağa kalkmış, genç kızın karşısına dikilmişti.

" Sana bunu yapacağımı söylemiştim!"

" Ben de sana bunu kabul etmeyeceğimi söylemiştim!"

" Böyle bir lüksün yok! Bu iş bugün bitecek! Ya öyle, ya böyle!"

Biri yüreğini eline almış, kanatırcasına avucunun içinde sıkıyordu. Genç kız zorla nefes alarak;

" Öyle derken?" Diye cevabından korktuğu soruyu sordu.

" Biliyorsun!"

" Hayır!"

" Evet!"

" Bunu yapacağına inanmıyorum!"

" Sana bunu nasıl ispatlayabilirim?"

Hava soğuk değildi ama içinde buz gibi rüzgârlar esiyordu. Titredi. Söyleyecek tek kelime bulamadı. Babasının kanlar içinde yerde yatan hali gözünün önüne geldi. Bu görüntüyü kovamadı. Delikanlının kararlı sesiyle söyledikleri hiç de blöfe benzemiyordu.

" Birazdan buraya gelecekler! Kabul edersen bu nikâh kıyılır!"

" Kabul etmezsem?"

" Kabul etmezsen de buradan hep birlikte çıkıp sizin eve gideriz! Ben işimi yapar sonra da teslim olurum! Bu mesele de burada biter!"

"........................"

" Görüyorsun ya ikimizin kaderi de senin seçimine bağlı!"

" Nikâh olursa..."

Cümlesini tamamlayamadı. Sonunu düşünmek dahi istemiyordu.

" Nikâh kıyıldıktan sonra seni evine bırakacağım! Reşit olana kadar ailenin yanında kalacaksın!"

Bu esaret bugün bitecek miydi? Bu akşam evine gidebilecek miydi? Babası sağ kalacaktı ve kendisi de evine mi dönecekti? Buna inanamıyordu. Burada kaldığı zaman genç kıza o kadar uzun gelmişti ki sanki evine ve ailesine bir daha kavuşamayacağını düşünmeye başlamıştı. Evine dönmenin tek çaresi kabul etmek miydi? Etse babası yaşayacaktı. Babası yaşasın gerisi hallolurdu. Babası bu işe mutlaka bir çözüm bulurdu. Hele onun yanına bir gidebilsin, onun güven çemberine bir geri girebilsin gerisi halledilebilirdi.

Evine gidecek olmanın heyecanı genç kızı öylesine sarmıştı ki ancak akşama doğru gelebilen adamların içinde kalınca ne olduğunu, ne için burada olduklarını kavrayabilmişti. Yaşlıca bir adamın yanındaki iki genç adam da delikanlıyı tanıyorlardı. Genç kız gelenlerin ne bildiklerini bilmiyor ama bu oyunun içinde olduklarını anlayabiliyordu. İçine yayılan korkunun esir aldığı bedeni titriyordu. Yaşlı imamın önüne delikanlı ile yan yana oturduklarında vermek zorunda kaldığı karardan deli gibi pişman olmuştu. Tanımadığı bunca insanın içinde yapayalnız olmak bütün cesaretini yok etmişti. Şu an buradan kaçıp kurtulabileceği bir sebep bekledi. Birden kapı kırılsın babası içeri girsin istedi. Tuttuğu gibi buradakileri dışarı atsın kendisini buradan çekip götürsün istedi. Ya da yine o geceki gibi gök gürlesin, ortalık yıkılsın ya da deprem olsun her yer toz duman olsun istedi. Bekledi, bekledi, bekledi. Beklediği hiç bir şey olmadığı gibi İmam efendinin sesi genç kızın kulaklarında gümbürdemeye başladı.

" Estağfurullah! Estağfurullah! Estağfurullah! El azim El Kerim Elllezi lailahe illa hüvelhayyum kayyumu ve etüğbüileyh! Zeynep kızım, Zeynep Hanım! Allahû Teâlâ'nın emri üzere, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa s.a.v. sünneti seniyyesi üzere ve mezhebimiz imam-ı Azam hz.nin İştihatları üzere, aranızda kararlaştırmış ve kabul etmiş olduğunuz mihri muhaccel ve mihri müeccel olmak üzere ve huzurda bulunan şahitlerin şehadeti üzere Mahmut oğlu Orhan'ı zevce olarak kocalığa kabul ettin mi?"

Etmemişti ve etmek de istemiyordu. Sessiz isyanını kimsenin duymadığının farkındaydı. Bu isyanı sesinin çıkabildiği kadar haykırmamak için mücadele veriyordu. Babasının kanlar içinde yerde yatan hayali her şeyden daha korkunçtu. Ona bakan bakışların altında yanındaki delikanlının gözlerini aradı. Kahverengi gözler olanca kararlılığıyla Zeynep'e bakıyordu. Ona hiç kaçış yolu göstermeyen bakışların gölgesinde başını önüne eğdi. Yolun sonuna gelmişti. Çaresizlik dört bir yanını sarmıştı. İçindeki küçük kız elinde beyaz mendilini sallıyordu. Zor duyulur bir sesle;

" Ettim" dedi.

Üç kere üst üste sorulan bu soruya hiç istemese de üç kere üst üste cevap vererek ve her seferinde daha da zorlanarak "ettim!" dedi.

Delikanlıya yönelen imam efendi aynı cümleleri kurduktan sonra "Reşat kızı Zeynep" deyince genç kızın sırtından aşağı buz gibi bir ürperti indi. Babasının bu yaptığını öğrendiğinde neler yapabileceğini kestiremiyordu. Ona bunu kendi sağlığı için yaptığına nasıl inandıracak olduğunu da bilmiyordu. Şu an tek bildiği ve tek istediği bir an önce evine annesine, babasına ve kardeşine kavuşmak arzusuydu. 

UKDE (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin