Yeni bir sahur vaktini beklediği bir akşamdaydı. Odasında yatağına uzanmış düşünüyordu. Günlerdir içindeki kötü his hiç azalmamıştı. Annesinin iki çocuğu varken birden bire hiç çocuksuz kalması, babasının işten bir gün bile firar etmelerine tahammülü yokken şimdi tamamen bir başına kalması ve biricik kardeşinin kendi yüzünden evinden, ailesinden ve vatanından uzak olması genç kızı kahrediyordu. Her an o gece evden kaçışına lanet okuyor, kendi kendisine ne tür ceza verse içi rahat etmiyordu.
İçinin rahat etmeyişinin bir başka sebebi daha vardı. Bunu görmezden geliyor, iç sesiyle bile kendisine itiraf etmiyordu. Kaçırıldığı günden beri namazlarını terk etmişti. Ramazan ayının girmesiyle ilk günler vicdan azabı duymuş ama sonraki günler bu histen de kurtulmuştu. İçinde inleyen bir taraf vardı ve genç kız uzun zamandır bu tarafına kulaklarını tıkamıştı. Kızgındı. Kırgındı. Haksızlığa uğramıştı. Bu adamın kendisini yem edişine, onun düşmanlığına genç kızı kurban edişine izin veren Rabbine gücenmişti. Allah, O'na ettiği onlarca duayı kabul etmemiş, bir de bu adama kendisi hakkında işlediği günaha izin vermişti. Ömrü zehir olmuştu. Ailesini kaybetmişti. Onurunu yitirmişti. Kendi şerefi gibi ailesinin de şerefi iki paralık olmuştu. Bu adama olan öfkesi, ona bu kadar müsaade eden Rabbine de bir o kadardı. Böyle düşünmesinin doğru olmadığını biliyor olmak yine de böyle düşünmesine ve hissetmesine engel olmuyordu.
Namazını terk etmiş olmanın manevi eziyetini çekiyor ama bunu düşünmek istemiyordu. Aklını başka yöne çevirmek bugünden ve bu günahından kaçışına kolaylık sağlıyordu. Belki istediği gibi düşünmeyecekti ama Orhan buna da izin vermiyordu. Her namaz vakti seccadesini serip namaza durması genç kızı daha da öfkelendiriyordu. 'Tabi, onun Rabbi...Hep onun tarafında neden kılmasın?'diye saçma düşünmesine de engel olamıyor, böyle düşündükçe doluyor, daha çok sinirleniyordu. Onun namaz kıldığını başlarda görmemişti. Ama bu adama bakmadığı ve onunla hiçbir şekilde ilgilenmediği için de onun namaz kılıp kılmadığını zaten göremezdi.
Bazı gerçekleri bilmek onları yok saymaya sebep değildi. Genç kız bu yaşına kadar her zaman Yaratıcısıyla konuşabilmiş, Rab ile kulu arasındaki bağı yakalayabilmişti. Çok dua edebilen ve şükredebilen bir kızken bu olayın başından beri tam tersi biri oluvermişti. Yaşadığı onca şeyin içinde bu değişimi yaşamak yorucuydu. Ama genç kız çareyi kolaya kaçmakta bulmuş, vicdani muhasebeden uzak durmuş ve her gün artarak yükselen bu sese kulaklarını iyice tıkamıştı.
İlk günler namazını bıraktığının bile farkında değilken sonraları bilerek kılmamaya başlamıştı. Her geçen vakitte Rabb'ine yönelmeyişi başlarda zor olsa da giderek kolaylaşmıştı. Günahın ilkinin zor olduğunu, diğer günahları işlemenin ilkinden sonra daha kolay olduğunu söyleyenleri yaşayarak doğrulamıştı. Doğruldu. İçi daralmıştı. Ne kadar bu durumu düşünmek istemese de dönüp dolaşıp yine bu konuya geri dönüyordu. Kalktı. Ayaklarını yataktan saldı. Terliklerini parmak ucuyla yakalayıp ayaklarına geçirdi. Orhan salonda olmalıydı. Odasına geçtiğini duymamıştı. Ne yapacağını bilmez halde pencerenin önüne gitti. Bahçedeki kamelyada yine birileri vardı. Perdeyi aralayıp daha iyi görmek için cama yaklaştı. Başlarında fesli, üç yaşlı adam sohbet ediyordu. Belli ki teravih namazından çıkmışlardı. Hızla perdeyi üstüne çekti. Kendisini muhasebe etmek istemediği gibi Allah'la arası iyi olan insanları da görmek istemiyordu. Döndü. Belki biraz televizyon seyrederse aklı dağılırdı. Kapalı kapıyı açtı ve odadan çıkıp salona doğru giderken koridordan başını uzattı. Televizyon kapalıydı. Demek ki Orhan yine bilgisayarının başındaydı. Mutfağı geçip salona girdiğinde kimseyi göremedi. Işığı açık odada genç adam yoktu. Döndü, mutfağa geçti, yine kimse yoktu. Yatmış olabileceğini düşünüp tekrar salona girdi ve televizyonu açmak için sehpanın üzerinden kumandayı almak için eğildi. Tam o sırada masanın arkasında, secdedeki genç adamı gördü. Secdeden doğrulup tahiyyata oturan adam huşu ile namazını kılıyordu. Başındaki fes alnındaki saçlarını kaldırmış, yüzüne manevi bir hava katmıştı. Genç kızın gözü, Orhan'ın kıpırdayan dudaklarına, fısıltıyla hareket eden sakallı çenesine takıldı. En çok Rabbinin yardımına ve yoldaşlığına muhtaç olduğu zamanda ona sırt dönmesi, vazgeçilmişligin yalnızlığında boğuluyor olması ve ona bu kadar ihtiyacı varken uzak durması hep bu adamın suçuydu. Kendisini Rabbinden uzaklaştıran bu adam hangi yüzle Yaratıcısının karşısına çıkabiliyor ve böyle huşu içinde onunla konuşabiliyordu. Selam veren adama hırsla doldu. Sağa dönen başının kendisine doğru dönmesini sabırsızlıkla bekledi. O başında kutsal anlamı olan fesi ondan almak, sakallarını yolmak ve bu adamı o huzurdan koparmak için şiddetli bir arzu duyuyordu. Ellerini Mevla'sına açmış, genç kızı hâlâ fark etmemişti. Zeynep daha fazla dayanamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UKDE (Raflarda)
RomanceBu adamın, ikisini de mahvedecek olan bu intikam planını anlamaya çalışarak; "Nasıl bir sebep; seni sevmeyen ve sevmeyecek olan bir eşe bağlayacak kadar seçeneksiz olabilir ki?" "Benim derdim ne sevmek ne de sevilmek?" "Ya, bu benim derdimse?" Genç...