25. Bölüm

42 6 9
                                    

Arkamda bıraktığım iki kadının sıradan sohbetlerine geri dönmesiyle birlikte bende yönümü eve çevirdim ve geldiğim yolları bu kez daha düşünceli ve endişeli bir şekilde kat ettim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde etrafta in cin top oynuyordu. Saat çokta geç sayılmazdı ama yaşananlar fazla geldiğinde saatin çokta bir önemi olmuyordu sanırım. Herkesin yorgunluğu bedensel, zihinsel ya da ruhsal olarak farklı tezahür ettiğinde o ağırlığı atmanın en belirgin yolu da örtüyü kafana kadar çekip uykuya davetiye çıkarmaktan geçiyordu hiç kuşkusuz.

Sabah uyandığımda yepyeni bir gün ve yeni bir yaşa uyanacaktım ama değişen tek şey bir sayı olmaktan öteye geçemeyecekti. Bu kadar bilinmezin arasında tarihin ne olduğunu hatırlamam bile benim için bir umuttu ama kafamın ambale olmasına neden olan sebepler azalmadıkça umutlar kendimi kandırmam için yeterli gelmeyecekti.

Sarsak adımlarla merdivenleri adımlayıp kalbimin rotasına göre yol çizdiğimde her daim pusulam ona çıkıyordu. Kapıyı hafifçe tıklatıp içeri girdiğimde Yaman'ı pencerenin önünde tek kişilik koltukta otururken buldum. Bana dönmediği için onu birkaç dakika izlememin bir sakıncası olmadığını düşünerek süzdüm. Elinde tuttuğu gözlerinden pay bulan renkteki kehribara çalan sıvının bardakta hafifçe oynayışı ve parmaklarının bardağı çevreleyen uzunluğu, yayvan oturuşu, bir bacağını diğerinin üstüne atarken hiç farkında olmadan yaptığını tahmin ettiğim olağanlaşan hareketi, karşısındaki manzaraya bakarken düşünceli gözlerinden anladığım kadarıyla baktığı yerde bir gram bile asıl manzarayı görmemiş olduğuydu. 

Nihayet onun hakkında yaptığım çıkarımların son bulmasını istermiş gibi sarf ettiği sözlerle ona doğru birkaç adım attım. "Her baktığımızı görebilseydik keşke öyle değil mi? Mimoza çiçeği.."

Yanına vardığımda bir müddet yanında dikildim ancak sonrasında bende onun gibi manzaraya döndüm ama onun aksine ayakta durmayı tercih etmiştim. Aramızda eriyip yok olan dakikalardan birinde "Tam olarak neyi göremiyorsun Yaman? O kadar çok şey var ki ben artık kendi gözlerime bile inanmakta zorlanıyorum." dedim.

Zevkten uzak bir tebessüm dudaklarında yer bulduğunda ona bile şükrettim. Bu adamın dudaklarının iki yana kayması içimdeki bütün derdi tasayı yok ediyor yerine ilk yazın güneşini bağışlıyordu. O benim hem ilk yazım hem de sarı yazım olacaktı. Ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım yerimizi güze bırakmayacaktım. Bir yanımızın yaprak dökmesine izin vermeyecektim. Birinin toplaması gerekiyorsa büyük bir hevesle o ben olabilirdim. 

Yaman elimden tutup beni kendine doğru çektiğinde "Gel buraya" dedi ve bacaklarının üzerindeki yerimi aldım. Hiç yadırgamadım çünkü beni ona çeken, ondan başkası değildi ki yadırgayacaktım. 

"Fark ettim de son zamanlarda beni fazla yanına çağırır oldun." dedim ve gülümsedim.

Yaman bu defa tam olarak ona dönmemi sağladığında resmen yüz yüze bakıyorduk ve kucağında oturuyordum. Bir an geri çekilmek istesem de kalbim onun için atıyor iken ondan başka, ondan uzağa ne kadar gidebilirdim ki diye düşündüm ve vazgeçtim. Bunu anlamış olacak ki onunda yüzünde benimkiyle yarışır bir gülümseme oluştu.

Güldüğü zaman hafifçe kısılan gözlerinin yanında oluşan belki de gelecekte kırışıklık olarak yer edinecek kıvrımlarına aşık oldum. Ben ona her baktığımda başka bir zerresine aşık olabilmeyi ne zaman öğrenmiştim, ne zaman bu kadar kapılmıştım? Bilmiyordum ama bunun bir tehlike olduğunun farkında olmadan dudaklarımı gözünün kenarında buldum. Hafif bir dokunuştu belki de bir öpücük bile değildi ama Yaman şaşırmış gibiydi.

Ancak bunu birazcık geri çekildiğimde görebilmiştim. "Her geçen gün cesaretin beni daha da şaşırtıyor masum yanım." dedi.

Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. "Ben senin masum yanın mıyım Yaman?" diye sordum.

MasumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin