Her hayal uçan bir güvercini takip eden iki çift gözle başlar aslında.. Gökyüzüne dalar ve umutlarınızın yeşerdiği bulutların arasından çıkıverirsiniz. Hali hazırda bununla ilgili sürekli hayallerin katledilmesiyle ilgili bir durumdan da bahsetmek mümkün olabileceği gibi, hayallere ulaşılınca değer kaybetmeleri durumuyla da karşı karşıya kalınması pek tabii mümkündür. Her insanın hayallerinden ve yaşamından beklentileri hususunda farklı tercihler arasında kaybolabilirler. Farklı kişilikler nasıl oluşur ? Bizim kişiliklerimizin oluşmasında asıl ana etkenler nelerdir ? Bunun gibi zihin sınırlarını zorlayan düşüncelerin arasında kapılmaya gerek yok aslında. Çok temel nedenlerin içerisinde bunun asıl cevaplarını bulabileceğimizi düşünenler arasındayım. Kimliği, uyruğu, dini, lehçesi ve daha nice özelliklerimizden ziyade, nasıl bir toplumun içerisine daldırılıp çıkarılmış olduğumuzdan ibarettir. İnsanlarımız, insanlarımıza bu özgür dünyada nasıl bir dayatılma içinde kalıyor bunun hiç farkına varabildik mi ? Kendi kendimize kısıtladığımız bu dünyada kurulan hangi hayaller tam manasıyla özgür bir sarmaşık gibi hedeflerine ulaşabiliyor hiç düşündünüz mü ?
İnsanlığımız öylesine bir hal aldı ki kutuplaştırmadığımız hemen hemen neredeyse hiçbir yanımız kalmadı. Peki bunun nedeni nedir ? Hayatı sorgulamayı ve merakını gidermeyi bırakan insanlardan mısınız yoksa keşfedilmemiş lisanların hala gönülden gönle olduğu mu düşünüyorsunuz ? veyahut toprak parçaları üzerinde birleşmiş toplumların fıtratı gereği aidiyet duygusu hissetmelerini, benimsedikleri toplum kuralları arasında bir ömür geçirmelerini ne kadar doğru buluyorsunuz ?
Hayatı sürekli sorgulayan ve yenilikleri keşfeden insanların bu kavramlar arasında sıkışıp kaldığını ve süregelen görgü kuralları ve ahlak yapıları arasında bulunduğunu düşünmemek lazım. Sonuçta hiçbir bilim insanı ya da bir mucit evrensel bir dünya düzeni haricinde yalnızca kendi toplumuna ve aidiyet duygusu barındırdığı toplum için çalışmalar gerçekleştirmemiştir. Bu genel manada kaynaştırma mücadelesinin ve toplumları tek düze indirgeme düzeyinin de bu kavramlar arasında olduğunu düşünmüyorum. Yani Hayaller ve düşüncelerimiz evrensel düzeyde olduğu süre hiçbir şekilde kültürel ve toplumsal bir çatışmanın yaşanmayacağı görüşündeyim. Fransız İhtilali sonucunda ortaya çıkartılan milliyetçilik akımının toplumları her ne kadar olumlu yönde etkileşim içerisine yönlendirse bile bu kavramın uzun süreçlerde daha olumsuz sonuçlar doğurabileceği görüşündeyim. Aidiyet duyduğumuz, benimsediğimiz her olgunun içimizde bir yerlerde hala sorgulanabilir ve değiştirilebilir olduğunu görenler arasında tek bir ben yokumdur diye düşünüyorum. Bir önceki paylaşımım da tam olarak bununla ilgili genel bir mantık yürütemesemde yine toplum içerisinde oluşmuş bir yargıdan bahsetmiştim. Önümüzde ki bölümde nasip olursa hayatı boyunca yaptığı yanlışlardan bıkmış, hatalardan dolayı kendisini kaybetmiş, yıpranmış hissedenler için arayış içinde olmalarından ve fıtrat özelliklerimizden bahsedeceğim..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İnsan Hak'ta Hak İnsanda
EspiritualCopyright © 2021 Tüm Hakları Saklıdır. İçindeki rengârenk yaşamı belli etmek istersin, siyah beyaz kalmış bir dünyaya.. Toplum psikolojisi ve empati bölümleri içeren bu kitap, sosyal şizofreniye doğru yol alan bu zorlu yaşam mücadelesinde, bizleri t...