@farkinavaralimproje için hazırlamış olduğum bu makaleyi o kadar beğeniyor ve kabulleniyorum ki kendi kitabımın da bir parçası olması, toplumsal sorunlardan ve empatiye değinirken, toplumun temel yapı taşlarını oluşturan kadınlarımızdan bahsetmezsek olmaz diye düşünüyorum.. Sizi yazımla baş başa bırakıyorum.. Keyifli okumalar :)
"İnsan bir varlık deryası ise temelini oluşturan en yüce varlıktır, kadınlarımız.."
Öyle kutsal ve kulaklara aşina olmayan muştular yalnızca onlara yapılmalıdır. Kaderin ve kederin yüreklerinde barındırdığı hissiyatı yalnızca kadınlar anlayabilir çünkü onlar bizlerin ilk eğiticisi ve koruyucularıdır. O sebeptendir ki Peygamber Efendimizin (S.A.V)'in iltifatlarına nail olmuşlardır ve kulaklarımızı aşındıran şu güzel muştu bizlere ulaşmıştır; "Cennet, annelerin ayakları altındadır."
Hayati İnanç, zamanında paylaştığı bir anısında kadınlarımız hakkında çok kıymetli sözler ile zamanımızın gençlerine ders niteliğinde sözler sarf etmiştir. Anısında kadınlarımız hakkında şu şekilde bahsetmektedir;
"Genç bir kaymakam arkadaşım ile birlikte yeni bir ataması sonrasında mülaki olduk. Çay içip sohbet ederken laf arasında benim hanım çalışmıyor, ev hanımı dedi. Bildiğiniz kestirip attı konuyu. Üç çocuğu var biliyorum, birisi yeni kundakta birisi de engelli bakımı zor anlayacağınız.. "Kaymakam bey bu sabah gömleğinizi siz mi ütülediniz?" diye sordum. "Hayır benim hanım, hocam." diyerek cevapladı. "Peki kundakta ki bebeğinin altını siz mi temizlediniz?" diye sordum. Yine "Hayır benim hanım yaptı." şeklinde cevap verdi. "Bir de büyüğü vardı engelli olan çocuğunuz kim yedirdi içirdi ihtiyacını gördü?" diye sordum. "Hanım baktı ihtiyaçlarına." şeklinde cevap verdi. "Çamaşırları kim yıkıyor pazar günleri?" dedim, "Hanım." dedi. "Yemekleri kim yapıyor?" dedim, "Hanım." dedi. "Ve sen diyorsun ki hanım çalışmıyor öyle mi?" dedim. "Bu kadar iş ile uğraşan kadına sen çalışmıyor diyorsan bu en küçük tabiri ile zulümdür.." Tabi kendisine geldi ve "Ne diyeyim peki o zaman hocam?" diye sordu. "Diyeceksin ki 'Annelik' yapıyor, muhatap alınmayabilir ama altını dolduracaksın; dünyada bildiğim en ağır işi yapıyor.. Şahsen ben bundan daha ağır bir iş bilmiyorum." diyerek hikâyesine bu süre zarfında devam eder ve anneliğin ne kadar ağır ve zor bir iş olduğundan bahseder. Hiç tatili olmadığından, bir gün bile dinlenme fırsatı bulamadığından yakınır; sanki kendi içinde yaşar o duyguyu. Kendi evliliğinden bahseder, ben 39 yıllık evliyim eşim bir gün tatil yapsaydı; "Mesela bugün buraya geldim röportaj için değil mi?" bugün eşim tatil yapsaydı ben buraya gelemezdim, geriye kalan 39 yılı siz hesap edin diyerek kadının ne kadar önemli ve kutsal olduğunu dile getirir..
Diyeceğim o ki kadınlarımız bir makale bir anı ya da bir tatlı çiçek demeti ile kandırılamaz, bu kadar basite indirgenemez. Her ne kadar anlatsak, dile getirsek, meydanlarda annelerimiz ve kadınlarımız için ne kadar çırpınsakta onların haklarını ve emeklerinin karşılığını ödeyemeyiz. Kadınlarımızın değerini idrak etmek için çok uzak diyarlara, geçmiş zamanlara gitmemize hiç gerek yok. Kendi annelerimizi yüreğimizde nasıl hissediyoruz? Nasıl onun kendi acılarımızda kavrulduğunu, sevincimizde bizden daha çok mutluluk duygusu hissettiğini hatırlıyoruz bunları getirelim aklımıza. Bizim için endişelenen, bizim yerimize düşünen, bizim iyiliğimizden başka hiç bir şeye tamah etmeyen kadınlar onlar.. Peki biz yıllar yılı, zaman içerisinde kadınlarımıza nasıl değer vermişiz ve onları ne kadar önemsemişiz? Bunlara değinmek isterken bazen kendi cinsiyetime eşdeğer gördüğüm insanlardan utanıyorum..
İslam öncesi toplumlarda kadına verilen değerin ne kadar itibarsız, aşağılayıcı ve üzüntü verici olduğunu çoğumuz biliyor aslında. Bu döneme "Cahiliye" dönemi denilmesinin de nedenleri arasında kadınlara olan tutum ve davranışlar bulunmaktadır. O kadar kötü bir hal almıştır ki kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, savaş zamanlarında hiçbir işe yaramayacaklarını ve esir düşerler ise kendilerinin değil de başkalarının hizmetine gireceğini düşünmeleri fikri yatıyor, fikirleri batsın! Böyle sığ bir düşüncenin oluşturduğu toplumun bir parçası olmadığımız için şükretmeliyiz. Düşünsenize o dönemde yaşan insanlar erkek çocuğu doğduğu zaman bayram ilan ederler ve günlerce kutlamalar yaparlarmış. Kız çocukları doğduğunda ise bir üzüntü ve pişmanlık duygusuna kapılırlarmış. Bu nasıl bir zihniyetsizlik ürünüdür? İnsan midesini bulandıracak, beynimizde yer alan düşüncelere ahmakça saldıracak gibi geliyor düşündükçe.
Cahiliye dönemi, kadınlara ve erkeklerin eşlerine karşı tutum ve davranışlarına daha çok emsaller verilebilir lakin bu konulara girmek istemiyorum çünkü mide bulandıracak iğrençlikler var. (Kadınları fuhuşa zorlamak, esir pazarlarında alıp-satmak, köle gibi kullanıp işkenceler yapmak vb.).
Allah (C.C), Peygamber Efendimizi (S.A.V.) öylesine kötü bir coğrafya'ya ve insanlığa gönderdi ki rahmet ve merhamet peygamberi ile birlikte İslamiyet, kadına verilen gerçek değer ve muhabbeti ortaya çıkardı. Hem de öylesine haşmetli ve görkemli bir çınar ağacı gibi, kökleri sapasağlam ve yeşertilmiş bir vaziyette tüm insanlığı selamladı. Ve bunu insanlığa o kadar güzel yollarla ve örnekler ile birlikte gösterdi ki kadınların kendisine olan özgüveni ve hayata olan bağlanmaları üst düzeylere erişti.
Hz. Muhammed (S.A.V), eşinin işlerine yardım ederek, kendi söküğünü bile kendi dikerek hanımına yük olmamaya çalışırdı. Bulunduğu evin içerini eşi değil kendisi süpürür (temizler), var ise ihtiyaçları tek tek sorardı. Kızı evine misafirliğe geldiği zaman ayağa kalkar, onu hoş muhabbetle karşılayıp kendi yerine oturturdu. Eşi ile şakalaşmayı, dertleşmeyi, muhabbet etmeyi çok sever ve bunları ümmetine güzel bir dil ile anlatırdı. Kadınların değerlerine saygı gösterir, onların toplum içerisinde barınmalarına vesile olur ve sohbet ortamlarında olmalarına imkan tanırdı.
İşte şimdi geldiğimiz nokta da dünya coğrafyasında kadına verilen değer ve muhatap alma konusunda yine geçmişe, cahiliye dönemine dönüyoruz sanki. Zaman mı geriye akıyor yoksa biz mi cahilleşiyoruz? Elbette biz cahilleşiyoruz, bu süreçte yaşanılması zor olan topluma adapte olamıyor ve insanlığımızdan uzaklaşıyoruz. Dinler arası temaslar da hep şiddet, birbirimizi yerme ve aşağılama dürtüsünü bize kim aşıladı? Toplum olarak her millet eşdeğerdir, her insanın kendi değer yargıları ve saygı duymamız gereken düşünceleri vardır. İnsan hür bir varlıktır, kendi iradesi yaratılışından gelir ve bunu kimse değiştiremez. Eğer sığ düşüncelerin kurbanı olmaya zorlanıyor ve baskı altında kendisinin ezilmesine göz yumuyorsa o insan ahmaktır. Bu durumda böyle bir insanın topluma ne saygısı kalır ki kadınlara ve değerlerine saygısı kalsın..
Öncelikle kendimize vurduğumuz kementi çözmeli, bayat ve adi düşüncelere değil toplumun saygıdeğer ve ortak kurallarına öncelik göstermeliyiz. Kadınlar hakkında bağnaz, kıt bir görüş sergilemek yerine Allah(C.C)'ın ilk emrine uymalı ve okumalıyız. 'Okumamış ve eğitilmemiş toplumlar geri kalmaya mahkûmdur. 'Geri kalmış toplumlar da ise kadınlara karşı gösterilen tutum yanlış ve tutarsız olur.
Kendi kültürü, inancı, yaşam değerleri, hedefleri olmayan toplumlar geri kalmıştır, böylesine kendi itibarını tanımlayamayacak toplumlarda ki bireylerin kadın hak ve özgürlüğüne karşı tavırları sağlıksız ve anlaşılmaz olur..
Öncelikle toplum olarak okumalı, bilinçlenmeli ve bu sayede düşüncelerimizi sağlıklı bir şekilde oluşturmalı, kadınlarımızın ahlaki ve kişisel değerlerine saygı göstermeliyiz. Toplum olarak bunu başarabilecek güçteyiz.. Buna canı gönülden inanıyorum ve sizin de inançlarınızın kaynağına inmenizi istiyorum..
Kutlu kadınlarımıza.. Saygılarımla..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İnsan Hak'ta Hak İnsanda
EspiritualCopyright © 2021 Tüm Hakları Saklıdır. İçindeki rengârenk yaşamı belli etmek istersin, siyah beyaz kalmış bir dünyaya.. Toplum psikolojisi ve empati bölümleri içeren bu kitap, sosyal şizofreniye doğru yol alan bu zorlu yaşam mücadelesinde, bizleri t...