Tiyatro okumanın ilginç yanlarından biriside, her ne kadar, son derece profesyonel bir şekilde, akademik olarak bir üniversitede bu dalı görüyor olsak da, eski dönemlerden kalan o usta çırak yönteminin hala daha, hocalarımız tarafından büyük bir coşkuyla benimseniyor olmasıydı. Evet, tornacılıktan, doktorluğa kadar, bu dalında uzmanlığı, ilk önce, uzmanlara amelelik yaparak kazanılıyordu.
Son sınıfların en büyük özelliği, bütün yıl boyunca, sergileyecekleri mezuniyet oyununa çalışmaktı. Mezuniyet oyunlarına, devlet tiyatrolarından, hatta büyük film şirketlerinin yapımcılarından bile önemli isimler geliyordu. Dolayısıyla bu sadece basit bir oyun olmaktan çıkıyordu, son sınıflar bu oyunda, hünerlerini ortaya koyuyorlardı ve kariyerleri boyunca özgeçmişlerinde bulunduracakları ilk performanslarını sergiliyorlardı. Tabi bir tiyatro oyununun, oyuncular kadar, amelelere de ihtiyacı oluyordu. Işıkçılar, dekor, ses, asistanlar, kostümler, sahne temizliği... Ve bu işleri kakalamak için 1. sınıflardan daha iyisi olabilir miydi ki?
Yani 4 ler sahnede, göğüslerini gere gere yürürken, ben ve sınıf arkadaşlarım ter döküyorduk. Bazen gaza gelip 'şuranın tozunu da alın' diyen bir son sınıf bile çıkıyordu hatta. Benim yaptığım iş, ilk prova için, sahnenin ışıklarını monte etmekti, spotları ayarlıyordum.
Sahnenin bir diğer tarafında ise Cansu'da kostümleri hazırlıyordu. Katlıyor, derliyor ve uygun dolaplara asıyordu. Ve Cenk, bir anda çıkageldi. Onunda depoyu derlemesi gerekiyordu, işini erken bitirmişti belli ki. Avından ödü kopan, beceriksiz bir kurt misali Cansu'ya usulca yaklaştı. O anda söyleyebilirdim bu zavallı Cenk, şansını deneyecekti işte.
<<Şey... Merhaba,>> bir kızın dikkatini çekmek için pekte iyi bir yöntem değildi, Cenk'in yaptığı. Kızlar, yere sağlam basan 'ben buradayım' diyen erkekleri çekici bulurlardı nede olsa. Cenk'in ise sesini bomboş sahnede, sadece birkaç metre uzakta olan ben bile zor duyuyordum.
Cansu'da usulca döndü. <<Merhaba,>> diye cevap verdi ama Cenk'e garipseyerek baktığını görebiliyordum.
<<Bizi de... Şey yani tiyatrocumu olacağız burada, amele mi olacağız deme.>> Ah, eski ve güzel sohbet metodunu seçmişti hikâyemizin asil kahramanı Cenk, bu önündeki zorlu görevini başarmak için. Fena bir seçim değildi, nede olsa bütün kadınlar severdi laf dökmeyi, saatlerce ve saatlerce.
Ve Cansu'da bu yönteme düşmüştü işte. <<Ay evet ya. Daha dün annemle eve eşyaları taşıdık zaten, yorgun argın geldim okula.>>
İşte bazen bu kadar kolay olurdu bir erkeğin, kızları parmağında oynatması. Cenk'in yapması gereken tek şey, onu biraz daha konuşturmaktı o kadar, Cansu ona hemen ısınacaktı. Ve bütün kızlar gibi Cansu'da ucu açık bir beyanda bulunmuştu cümlesiyle, yani, Cenk'i konuşmaya davet ediyordu aslında. Bu noktada Cenk rahatlıkla konuşmayı devam ettirebilirdi 'hayırdır, taşındınız mı' diye sorabilirdi. Oradan taşındıkları yer, taşınma sebepleri, bu durumdan memnun olup olmadığı gibi saatlerce muhabbet çıkardı, sırf Cansu'nun üzerine.
Ama... <<Ya biliyorum, bende zaten bir arkadaşın cafesinde çalışıyorum akşamları, oraya eşya taşıyıp durduk,>> diyerek, konuyu hemen kendi üzerine aldı. Çok büyük bir hataydı bu. <<Arkadaşım yeni cafe açtı da, çok güzel, şirin bir yer. Buraya da yakın, Çukurambar'da, okuldan sonra bir gelip görmek ister misin benimle.>>
Ah be Cenk! Ben bir kain değildim ama bir erkek, gemiyi böyle karaya oturturdu işte. Çok zayıf, çok aceleci...
Cansu duraksadı, yüzündeki garipseme her halinden belliydi. <<Şey... Bilmiyorum... Okuldan sonra hemen eve gitmem lazım. Yarına metin ezberleyeceğiz, onu çalışmam gerek.>>
![](https://img.wattpad.com/cover/197369109-288-k771380.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan Tüyü
General FictionAilesini kaybetmiş, sevgiden yoksun bırakılmış ve reddedilmiş bir çocuk neye dönüşür? O, Ankara şehrinin en iyi dolandırıcısı, herkes onu farklı bir isimle biliyor, onunsa bir bakışı, seni köküne kadar tanıması için yeterli. Onun için hayat bir poke...