Eve döndüğümde hava çoktan kararmıştı bile. Önce Yaşamkent'e gidip Melike'ye uğramıştım. Bilemiyorum ama ona bir öpücük vermeden günümü bitirmek doğru gelmemişti bana, sanki gün başka türlü tamamlanamayacaktı.
Arabayı evin önüne park edip çıktığımda yeni sulanmış çimlerin kokusu karşıladı beni. Site yönetimi geceleri çalıştırıyordu fıskiyeleri. Meğer koku ne kadar hafızada kalan bir şeymiş. Islak toprağı ve çimlerin kokusunu ciğerlerime çektiğim anda beni 5-6 yaşlarıma götürmüştü, sanki tekrar çocuktum. Sanki ben bahçede kedimizle oynuyordum, annemle babamda hemen içerdeydi ve birazdan annem 'yemek hazır' diye seslenecekti mutfaktan.
Bahçenin taşlı yolundan verandaya yürürken bizim evin ışıklarının yanmadığını fark ettim. Hemen çatıya baktım, orası da yanmıyordu. Hâlbuki Kayla her zaman bu saatlerde bilgisayarının başında olurdu, odasının ışığını yakmasa da, çatının penceresinden, bilgisayarının ekranından gelen loş, mavi bir ışık sızıyor olurdu her daim.
Kapıyı açtım, elim doğruca kapının yanındaki ışık düğmesine gitti, düğmeye bastım ama ışıklar açılmadı. Birkaç kez daha denedim yine ışıklar yanmadı. Arkamdan kapıyı kapatınca neredeyse tamamen kör kalmıştım evin içinde. Ağır adımlarla, bir yere çarpamamaya çalışarak salonun ışık düğmesini denedim, ışıklar yine yanmadı. <<Kayla, elektrikler mi kesik,>> ama sitenin diğer bütün evlerinde elektrikler vardı ki. Kayla'dan bir cevap bekledim fakat yukardan hiç ses gelmedi. <<Kayla,>> diye seslendim daha yüksek bir şekilde. Yine cevap gelmedi.
Endişelenmiştim, hızlıca telefonuma gitti elim, bu sırada gözlerim karanlığa alışmıştı ve telefonun ekranının ışığı yandığında gözlerimi kıstım. Arama yapacaktım, ta ki ekranın sol üstündeki 'servis dışı' yazısını görene kadar. Bütün bunlardan ne çıkaracağımı bilmiyordum, şaşkındım sadece. Evin ışıkları yanmıyordu, Kayla ortada yoktu ve telefonumun hattı da yoktu. Neden bilmiyorum ama o anda kendimi bir avcı tuzağının içine yeni düşmüş bir keklik gibi hissettim.
<<Şeytan kadar kurnaz ama iki kat daha yakışıklı,>> bu ses... Hemen arkamda sanki Azrail gibi beliren bu sesi unutmam mümkün olabilir miydi ki. Kaya Ayaz'ın başımın hemen arkasına silahını doğrulttuğunu, horozu çekince anlamıştım. <<Kıpırdama,>> dedi soğuk ve kararlı bir şekilde.
İlk aklıma gelen şey Kayla oldu, neden onun sesi gelmiyordu, endişelendim ve endişem bir paniğe dönüştü. <<Kayla, nerede?>>
<<Yukarıda, uyuyor ve biz konuşmamamızı bitirene kadarda uyumaya devam edecek.>>
<<Ne yaptın ona,>> öfkeyle bağırmıştım. Bana silah tutan kişiye karşı yapamam gereken son şeyin bu olduğunu gayet iyi biliyordum ama bu soğuk seri katille aynı evde baş başa kalmış olan benim küçük kuzenimdi!
<<Sakin kal, ani hareketler yapma.>>
<<Söyle ne yaptın ona,>> bağırmamla silahın patlaması ve baldırımda hissettiğim keskin acı bir olmuştu. Hemen kendimi yerde buldum, bacağımın arkası felaket bir acıyla yanıyordu. Yüzükoyun yere düştüm. Nereden bulmuştu bu adam beni böyle, benden çaldığı kimlik gerçek bir kimlik bile değildi.
<<Kuzeninin sabaha hiçbir şeyi olmayacak ama o zamana kadarda tatlı bir uyku içinde olacak. Şimdi sakin dur.>>
İlaç vermişti, Kayla'yı uyuşturmuştu bu adam. <<Neden buradasın, paranı al ve git,>> diye konuştum bir yandan acıyla inleyerek. Bacağımın acısı bir ağrıya dönüşmüştü ve sıcaklık artıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan Tüyü
General FictionAilesini kaybetmiş, sevgiden yoksun bırakılmış ve reddedilmiş bir çocuk neye dönüşür? O, Ankara şehrinin en iyi dolandırıcısı, herkes onu farklı bir isimle biliyor, onunsa bir bakışı, seni köküne kadar tanıması için yeterli. Onun için hayat bir poke...