Çayyolu

89 3 0
                                    

Okuldan sonra hiç vakit kaybetmeden doğruca Kayla'yı alıp, Çayyolu'ndaki evine gitmiştik. Onu telefonla arayıp kapının önüne gelen ilk otobüse veya dolmuşa atlayıp buraya gelmesini söylemiştim, böylelikle benimde boşu boşuna eve gidip tekrar gelmeme gerek kalmazdı ama istememişti işte. Bu kadar anti sosyal bir varlığa dönüştürmüştü halam onu. Zaten Çayyolu ve Yaşamken birbirlerine komşu mahallelerdi ve ikisi de Ankara şehrinin merkezine uzak olduğu için çok karışık bir toplu taşıma sistemleri yoktu, hangi vasıtaya atlarsa atlasın 10 dakika içerisinde buradaydı her şekilde ama buna bile yeltenemiyordu.

Burası annemle eskiden yaşadığımız semtti. Şimdi Mesa Koru metrosunun yapıldığı yerin tam karşısında çok güzel, şirin bir sitede babamdan kalan bir villada oturuyorduk. Zamanla ben büyürken annem o evi satmak zorunda kalmıştı ve paramız, annem ölene kadar her yıl sistematik bir şekilde azalıyordu. Ve annem öldüğünde o kadar çok borçları vardı ki, mirası red yapmak zorunda kalmıştım, yâda en azından 11 yaşındaki bana, bir avukatın verdiği tavsiye buydu. Ama günün birinde o çocukluğumun geçtiği eve dönmek her zaman hayallerimdeydi. Bir gün gelecekti ve o evi alacak parayı kazanmış olacaktım, en azından ona benzeyen bir evi ve yine bu semtte olacaktı. Çünkü o kısa çocukluğumda edindiğim güzel günler, bana ait olan ve hoş olan tek şeydi.

Bu gün bu semtte sadece küçük, güzel siteler vardı. Oysa bir zamanlar inin cinin top oynadığı bir yerdi ve mütaitler villalarla dolu siteler yapmayı düşünmüşlerdi her ne aklım kerim ise. Fakat bu gün bu fikrin ne kadar dâhiyane olduğunu görebiliyordum, çünkü şimdi burası Ankara'nın en nezih semtlerinden biri olmuştu. 400 metre kare evler bile milyon liralara satılabiliyordu buralarda.

Halamın evi de bir site içerisindeydi, tıpkı annemle eskiden oturduğumuz ev gibi metroya yakındı, hatta o sitenin karşındaki siteydi. Kapıda yaşlı bir güvenlikçi vardı, ben arabayı getirdiğimde kulübeden kafasını uzatıp bakmıştı ters ters ama Kayla'yı görünce hemen araç giriş kapısını açtı. Ve eğimli araziye yapılmış sitenin en üst konumundaki yolda bulunun 16 numaralı villanın önüne geldik. Evin hemen karşısı dağlık araziydi.

Arabadan şaşkın hareketlerle çıktım, Kayla ise durgundu. <<Eviniz, burası mıydı,>> diye sordum son derece gereksiz bir şekilde.

Sessizce mırıldanarak onayladı beni, konuşmayı pek arzulamıyordu. Hızlı ama küçük adımlarla ön bahçenin çimlerinin üzerindeki taşlarda yürüyerek kapıya gitti, bende peşindeydim. Verandayı mistik inanışlardan çıkma semboller ve figürler süslüyordu, rüzgâr çanları, heykelcikler, biblolar. Halam böyle şeylere ilgi duyardı, hatırlıyorum.

Tatlı bir rüzgar esti bir anda, Kayla'nın beyaz saçlarının önü uçuştu ve verandanın tavanındaki rüzgar çanları tiz bir melodiyle çalmaya başladı. Kayla, anahtarı cebinden hızla çıkarmaya çalıştı ama bir heyecanla yere düşürdü. Elleri titriyordu, gözleri dolmuştu. Bu onun için çok zor bir an olmalıydı şüphesiz, annesiyle olan anıları depreşiyordu şimdi. <<Sakin kal,>> dedim uyarıcı bir tonla. <<Hatırla, derin bir nefes ve yavaşça geri ver, derin bir nefes ve yavaşça geri ver...>>

Dediğimi yaptı, pekte faydası olmuş gibi gözükmüyordu doğrusu ama yerden anahtarı aldı ve yavaşça kilide sokup kapıyı açtı. Kapı açılınca tekrar bir rüzgar esmişti, evin içinden yüzümüze doğru, bu sefer daha şiddetli. Rüzgâr çanları daha yüksek sesle çaldı.

Önce Kayla'nın adım atmasını bekledim ama kapı eşiğinde öylece duruyordu zavallı kız. İçeriye doğru hızla bir adım atıp ben girdim ve oda arkamdan geldi, bana yakın duruyordu.

Girişin hemen sağında mutfak vardı. Lavabonun çevresindeki kirli bulaşıkları gördüm, halamın son yediği yemeğin kalıntılarıydı. Gözlerim beni yanıltmıyorsa, kremalı ve peynirli makarna yapmıştı kendine, birde haşlanmış kabak taneleri vardı. Böyle sosyetik şeyler severdi o.

Şeytan TüyüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin