Bilkent Üniversitesi

345 9 0
                                    

Dersin başlamasına birkaç saatten az kalmıştı. Sınıfımdaki diğer arkadaşlar çoktan derslikte bekliyordu, benimde orada olmam gerekirdi, hoca dersten 1 saat önce gelip ısınma yapmamızı istiyordu ve hatta bunu yapmayanlara fırça bile atıyordu ama önemli bir işim vardı bu akşam için ve hazırlık yapmalıydım.

Halı sahada, Amerikan futbolcularının antrenmanının bitmesini bekliyordum. Kocaman adamlar, birbirlerine bodoslama dalıyorlardı. Kan ve ter... Mustafa, takımın içindeki en büyük adamdı, kule gibi boyu, geniş omuzlar ve elleri de o kadar büyüktü ki, kafamı rahatça içine alıp limon gibi sıkabilirdi. Biz şempanzelerden evrimleşmişsek, bu çocuğun soyu gorillerden gelmiş olmalıydı. Neredeyse kendisi kadar iri kıyım bir çocukla itişirken, gözünün kenarıyla, türbinlerde oturan beni gördü. Hemen işaret ettim, o da arkadaşından izin isteyip yanıma geldi.

Devasa vücuduyla bana doğru koştururken her adımında, halı sağanın zeminine basışının sesini duyabiliyordum. <<Seçmelere katılmaya mı geldin? Senin gibi bakımlı çocukların pek gözü olmaz böyle sporlarda, saçlarınız filan bozulur,>> diye bir espriyle selamlamayı seçti beni.

Gülümsedim,<<evet, insanın hala daha saçı olunca ona özen göstermek istiyor,>> diye hafifçe laf soktum, Mustafa'nın kelleşen başını ima ederek. Karşılıklı gülüştük, Mustafa seviyordu böyle küçük laf düellolarını. <<Akşama senin çocukları topla, Tunus caddesinde küçük bir işimiz var.>>

Sessiz bir biçimde iç çekti. İstekli değildi belli ki, her zamanki gibi ikna etmem gerekecekti bu koca oğlanı. <<Yine kavga mı var Tayfun?>>

<<Eğer ağzım, böyle seninle olduğu gibi iyi laf yapabilirse olmaz.>>

<<Geçen defaki olaydan sonra Gökmen'in koluna dikiş attılar biliyor musun?>>

<<Atsınlar, bütün vücuduna dikiş atmalarına değecek kadar para vermiyor muyum sonuçta.>>

<<Öyle çokta bir şey vermiyorsun ki.>>

Geriye yaslandım, şöyle bir kaşımı kaldırıp uzunca baktım Mustafa'ya. <<Ne demek 'çok bir şey vermiyorum'. 1500 az para mı, babanın bir ayda cebine tıkıştırdığından fazla parayı bir günde ben sana veriyorum, o adam yerine bana 'babacığım' demen lazım şu anda ama ben laf etmiyorum işte.>>

Hala daha ağzını yamulttu, bakışlarını kaçırdı. <<Bilemiyorum Tayfun, bu tarz şeyleri yapmak o kadar kolay değil artık, her yerde kameralar var biliyorsun, polisler buluyor herkesi.>>

<<Ne diyorsun Mustafa?>>

<<Geçen bir haber izledim, adamlar marketi soymaya kalkmış, 5 dakika içinde bulmuş polis onları, kameradan. Hep görüyorum haberlerde bu tarz şeyleri, hep yakalanıyor suçlular böyle.>>

Konuşurken rahat bir ton aldım, sesimle ona güven vermeliydim. <<Bu ülkede 4 tip insana hiç güvenmeyeceksin Mustafa. Ekonomistler, metrolojisiler, köşe yazarlı ve...>> Cümlemi tamamlamasını bekledim, öylece yüzüme baktı sadece. <<Evet cümlemi tamamla Mustafa.>>

<<Haberciler mi, diyeceksin.>>

<<Haberciler, aynen öyle kardeşim.>>

Birkaç adım geri attı, oflayıp pufladı. <<Bilemiyorum Tayfun ya.>>

<<Hey bak tamam,>> dedim kollarımı güven verici bir şekilde kenarlara açarak. <<Eğer çok tırsıyorsan hepimiz için önlem alırım. Sanayideki arkadaşımdan bir araba alırız, temiz bir plakası da olur, şöyle sisteme kayıtlı olmayan, izi sürülemeyecek bir şey. Siz arabalarla şehir merkezinden uzak bir yere gelirsiniz, oradan, o arabaya binip gideceğimiz yere gideriz, olaydan sonrada aynı şekilde sizin arabalara geri döneriz. Böylece polisler, işleri güçleri başlarından aşkın değilmiş gibi, bizi takıntı yapıp, şehirdeki bütün sokak ve dükkânlardan kamera görüntüleri toplayıp, ayıklayarak olaydan sonra bizi takip etse bile, benim araca bindiğimiz için hiçbir şekilde izimizi süremez. Bu iyi mi?>>

Şeytan TüyüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin