Bu gün ilk dersimiz Aytunç hocaylaydı. Kendisi, zamanında birçok kanalda spikerlik yapmış olan deneyimli bir öğretmendi, orta yaşlı, orta boylu, beyaz uzun saçlı sıradan görünümlü biriydi. Ama hocalarımın arasında en çok sevdiğim oydu, nedenini bende bilmiyordum açıkçası, iyi huylu, yardım sever bir karakteri vardı. Yılların deneyimi sayesinde normal bir şekilde konuşurken bile, sesindeki akıcılık ve tonundaki zarafet etkileyiciydi, kendisi ses konuşma dersimize giriyordu.
Daha ısınmalarımızı yapmaya yeni başlamıştık, en az bir saatimiz böyle geçiyordu her sabah, daha ders başlamadan önce. Ama Aytunç hoca her zaman erken gelirdi, okuma kitaplarını, alıştırma kâğıtlarını hazırlardı, sesini açma egzersizleri yapardı bizim yanımızda. Bir keresinde, neden bizim gibi ısınma yaptığını sorunca zaten her sabah alışkanlık olarak yaptığını söylemişti fakat işin gerçeğini biliyordum, bir hoca olarak, bize örnek olmaya çalışıyordu sadece. Nede olsa ısınmaya gelmemek, bütün sınıflar arasında ortak bir problemdi.
Hocanın yanına gittim, <<Hocam merhaba,>> diyerek ısınmasını yarıda kestim. Dönüp bana baktı.
<<Hoş geldin Tayfun, özlettin kendini buralarda.>>
1 hafta ortadan kaybolmuştum sadece, yine de okulda kimi görsem, sanki yıllardır yokmuşum gibi davranıyordu. <<1 hafta geçti ama bende okulu çok özlemişim hocam.>>
Karşılıklı gülüştük. <<Nasılsın?>>
Uzun uzun muhabbet etmek istiyordu belli ki, bunu hep yapardı zaten. Ama ben istemiyordum, haftanın yorgunluğu hala üstümdeydi ve hala daha akşama işlerim vardı. <<Hocam sizinle bir şey konuşacağım.>>
Sanki ciddi bir şey bekliyormuşçasına kaşlarını çattı, yüzünü daha durgun bir pozisyona soktu. <<Tabi buyur.>>
<<Sizin, işlettiğiniz özel bir kurumunuz vardı değil mi?>>
<<Benle eşimin, doğru. Kızılay'da kurs.>>
Etrafıma bakındığımda, Cansu'nun esneme hareketleri olarak yoga yaparken bana baktığını gördüm. Hiç umursamadan hocayla konuşmaya devam ettim. <<Ne tür eğitimler veriyorsunuz?>>
Sorduğum soruları garipsemişti bir sebepten, başını geriye attı, ağzını buruşturdu. Büyük ihtimalle, 'zaten tiyatro bölümündesin, ne diye oyunculuk kursuna gitmeye çalışıyorsun ki' diye düşünüyordu içinden. <<Oyunculuk, doğaçlama, yaratıcı drama, müzik, dans, yazarlık, bu tarz şeyler. Aynı zamanda konservatuara hazırlık sınıflarımızda var. Ne oldu ki?>>
<<Kuzenim...>> Diye söze başladım. Ona çok uzun bir hikâye anlatabilirdim, kendisinin nasıl yetim kaldığını ve şimdi benim baktığımı. Bir dahi olduğu için sosyal becerilerinin düşük kaldığını ama aynı zamanda annesinin kötü bakımından ve bir Albino hastası olmasından ötürü de içe kapanık büyüdüğünü ve bu yüzden bir şeyler yapmak istediğimi anlatabilirdim. Ama bu bir çay sohbeti değildi. <<Birlikte yaşıyoruz, kendisi biraz eve kapalı bir çocuk. Biraz sosyalleşsin, aktiviteler yapsın istiyorum.>>
Hemen gülümsedi. <<Ah iyi düşünmüşsün. Benimde bir tane kızım var biliyor musun? Bütün gün ya bilgisayarda, yada telefonda. Sürekli dışarı çıkarmak istiyorum, tiyatroya, konsere filan götüreyim diyorum 'yok' diyor. Zamanında alıştırmasaydık, öyle evde oturmaya...>>
<<Orada, küçük çocuklar için derslerinizde var mı?>>
<<Kaç yaşında.>>
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan Tüyü
General FictionAilesini kaybetmiş, sevgiden yoksun bırakılmış ve reddedilmiş bir çocuk neye dönüşür? O, Ankara şehrinin en iyi dolandırıcısı, herkes onu farklı bir isimle biliyor, onunsa bir bakışı, seni köküne kadar tanıması için yeterli. Onun için hayat bir poke...