Apartmanın kapısından içeri girerken, ilk fark ettiğim şey, kapının önüne park edilmiş olan, bej rengi klasik Mercedes'ti. Bu şehir arabalarla doluydu, hatta her ne kadar İstanbul'un trafiği berbatlığıyla ülke çapında meşhur olsa da, bir keresinde, bir istatistiğe göre, Ankara'da kişi sayısına düşen araçların daha fazla olduğunu okumuştum. Audi, Volkswagen, Honda, Opel, bu şehir bunlarla kaynıyordu. Yeni arabalar hep çok şirin görünürdü ama gözüm böyle Mercedesleri yakalayınca, klasiklerin ne kadar ihtişamlı göründüklerini fark ediyordum. Eskide arabalar, tasarımlarıyla 'ben arabayım' diyordu insana.
Kendimi araba düşüncelerinden çıkarırken, apartmana girdim, asansör yoktu, zaten buradaki apartmanlar 4-5 katın üstünde değildi. Ceren'in şu akrabası mı, yengesi mi neydi, onunla görüşmem gerekiyordu, sorunu her neyse artık. Bana kapıyı açtığında nazikçe gülümsedi. Her misafire olduğu gibi, çay kahve sordu, istemediğimi söyleyince de, sanki kabalık etmişim gibi, yüzünü çökertti. Hâlbuki ben çocukluğumdan beri öyle içecekler içmiyordu, alışık değildim. Bunun üstüne, yeni içecekler önerdi. Su, süt, taze sıkılmış limonata. Evet, taze sıkılmış limonatada pes etmiştim artık, sonuçta pahalı kafelerin dışında, kolayca rastlanacak bir içecek değildi, kendi evimde yapmaya da üşeniyordum hep.
İçeceğimi getirip elime verirken konuşmaya başladı. Sesinde, sanki mahcupmuş gibi bir hal vardı. <<Kocam öldükten sonra, hiç başkasıyla görüşeceğimi düşünmüyordum aslında. Üstelik Ceren ve annesinin ısrarlarına rağmen... Hatta birçok defa bana uygun birilerini, kendileri bulmaya çalışmışlardı. Sanırım beni hep keyifsiz görünce yardımcı olmak istediler.>> O anda gözlerini, efsanevi bir varlıktan bahsediyormuşçasına büyüttü. <<Sonra karşıma Gaël çıktı.>>
Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. <<Gael?>>
Derin bir iç çekti. <<Evet... Gaël Bernard. Fransız bir yatırımcı, Türkiye'de bazı işleri olduğunu söyledi.>> Gözleri doldu, hemen gözyaşlarını silmesi için bir mendil uzattım. <<Eski kocam değildi tabi ama benim yemeklerimi seviyordu, beni güldürüyordu, onun yanında çok mutlu hissettim kendimi.>> Gözyaşlarını sildikten sonra, hızla bana döndü. <<Ah ah, kocamın kemiklerini sızlatıyorum biliyorum.>>
<<Hayır,>> dedim keskin bir tonla. <<Sen kocanı kaybetmiştin, üzgündün ve yalnızdın, birine ihtiyacın vardı. O da bunu biliyordu ve bu zaafını kullandı. Bu insanların kafası böyle çalışır, sana duymak istediğini söylerler, yaşamak istediğini yaşatırlar. Senin kendine kızacak ve utanacak bir şeyin yok.>>
<<Adam çok kurnazdı, çok başarılıydı.>> Konuşmasının arasında, kendini kaybediyordu. Oturduğu yerden kalktı ve çekmecelerden birinden cep telefonunu alıp bana getirdi. <<O gözler, o burun, Fransız aksanı...>>
Telefonu aldım, ekranda bir resim açıktı, kendisinin ve o adamın bir barda çekilmiş fotoğrafıydı bu. İnce uzun yapılı bir adamdı bu Gael. Fena bir tipide yok değildi doğrusu, karizmatik bakıyordu, kumral saç, kumral göz, kalkık burun ve kalın kaşlar. Kısa bir an düşündüm, acaba geleceğime mi bakıyordum. Bu adamla benim aramda ne fark vardı ki, tıpkı benim gibi kadınları ağına düşürüyordu, manipüle ediyordu. Kim bilir ben kaç tane bırakmıştım arkamda, ağlayan, bana küfürler eden, depresyona soktuğum zavallı kızlar. Tek fark, ben henüz para için kadın avına çıkmıyordum o kadar, peki bir gün bunu bende yapmaya başlar mıydım? Nede olsa şu an yaptıklarım pekte iyi çocukların günlük programına sığdırılabilecekleri şeyler değildi. Derin bir iç çekip telefonu geri verdim.<<Özlem, onunla nerede tanıştın?>>
Cevap verirken bir an bile düşünmemişti. <<O fotoğrafı, tanıştıktan 1 saat sonra çekmişizdir herhalde. Fahrabi'de bir bar. New Castle...>>
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan Tüyü
General FictionAilesini kaybetmiş, sevgiden yoksun bırakılmış ve reddedilmiş bir çocuk neye dönüşür? O, Ankara şehrinin en iyi dolandırıcısı, herkes onu farklı bir isimle biliyor, onunsa bir bakışı, seni köküne kadar tanıması için yeterli. Onun için hayat bir poke...