Sahilde gece 2 ye kadar oturmuştuk. Ne konuştunuz o kadar diye sorarsanız cevap veremezdim çünkü gerçekten ne konuştuğumuz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sadece deliler gibi güldüğümüzü ve 2 büyük paket çekirdek bitirdiğimizi hatırlıyordum.
İnsanlara karşı fazlaca ön yargım var evet bu gerçekten çok kötü bir şey ama sanırım yavaş yavaş yıkmaya başlıyordum. Değil mi? Rüzgarla oturmam, onunla muhabbet etmem.
Beni bir büfe yerine bir lokantaya götürdü. Karnımın doyduğundan emin olunca da çekirdek alıp sahile inmiştik. Ne kadar kendimi zorlamış olsam da konuştuklarımızın sadece bazı kısımları hatırlayabiliyordum.
Ve hayır sarhoş değildik çünkü bir şey içmedik.
Tamam sen öyle diyorsan.
Eve geldiğimde evdeki herkes uyuyordu. Bahçıvan Ragıp amca bile. O beni beklerdi saat sabah 5 de gelsem bile. Yavaşça odamın kapısını açtım ve içeri girdim. Pijamalarımı giydim ve kendimi nemli yaz gecesinin sıcaklığından arınmış buz gibi yatağıma attım.
"Aşka inanır mısın?" ağzındaki çekirdek çöpünü yere tükürdüğünde bunu sormuştu. Bir insanın aklına nasıl çekirdek çitlerken aşk gelebilir ki? Derin bir nefes aldım ve "Hiç birine aşık olamadım kesin bir şey söyleyemem." dedim.
Başını salladı ve "Ben evleneceğim kadına aşık olmak istiyorum. Sonuçta bir ömür birlikte geçireceğim değil mi? En azından ben öyle düşünüyorum." dedi. O an aklıma annem ve babam gelmişti. Babam anneme deliler gibi aşıktı ama ona şirket işlerinde yardım etmeyerek onu yanından bir ömür boyu uzaklaştırmıştı. Annem çöküyordu ve o da bunun farkındaydı ama annemin omuzlarında ki yükün birazcığını bile üstlenmiyordu. Her şeyi o kadına yıkıyordu. Neden? Korkuyordu. O yükün altında kalmaktan korkuyordu. Ama aşk ezileceğini bildiğin halde delilercesine sevmek, her şeyi göze almak değil miydi?
"Ben olsam pek ömür boyu diye ümitlenmezdim." dedim yavaşça.
Bu sefer bir şey demedi sadece sustu. Denizin sakinlemiş dalgalarına baktı ve iç çekti.
Sonuç olarak eve kadar yine konuşarak geldik. Ben kapıdan girene kadar bana baktı. Sanırım onu bir daha görmek istiyordum. Konuşması ve insanlara yaklaşımım için söyledikleri beni rahatlatmıştı. Telefonumu elime aldım ve sadece ekrana bakmaya başladım.
Hayır olamaz. Hayır. Hayır. Ah evet cidden tam bir salağım. Çocuğun numarasını almadım. Evet Mayıs çok zekisin. Hemde dünyada ki en zeki insansın.
Bir umut belki hala gitmemiştir diye odamın balkonuna çıktım ama her şey için çok geçti. Gitmişti. Ne düşünüyordun sen ışıklarını kapatana kadar kapının önünde beklemesini falan mı?
1 ay sonra
1 ay boyunca koruluğa gittim belki onu görürüm diye. Ama yoktu. Sabah, öğle, akşam... Yoktu. Sahile bile gitmiştim. Sanki yer yarılmış yerin dibine girmişti. Şimdi de İstanbul'a dönüyorduk ve bu sefer cidden bütün ümitlerim tükenmişti.
Mayıs kendine gel. İstanbul'a grubunun yanın dönüyorsun. Ne bu düşünceli kız tavırları. Silkelen dedi iç ses silkelen ve kendine gel.
Mesaj sesiyle kendime geldim ve telefonu çiçekli ince elbisemin cebinden çıkarıp gelen mesaja baktım.
Gönderen: Keke Dolunay
Kız Oğuzhan'ı aldatmış. Özür dilemiş ve Oğuzhan'da pişman olduğunu sanıp barışmış. Mal bu çocuk hemde çok ciddilisinden.
Ulan iki dakikada nası öğrendi bunları ya. Ben Oğuzhan'a yalvardım neden moralin bozuk diye anlatmadı. Gerçi Dolunay yapısı gereği herkesi konuşturabiliyordu. Tam da Rıza Baba ve ekibi için uygun bir adaydı.
Gönderilen: Keke Dolunay
Çok merak ediyorum etrafımda aklı başında bir insan var mı diye. Bazende soruyorum kendime neden ben Allah'ım neden?
Telefonumu çantama attım ve arka koltuğa iyice gömüldüm. Arabayı babam kullandığı için öne pek oturmak istemedim. Geçirdiğim yaz tatili şöyle bir düşündüm. Çizimlerim bitmişti, ön yargı sorunlarımın üstesinden gelmeye başlamıştım. Genel olarak verimli geçmişti ama hala okula hangi çizimi vermem gerektiğini bilemiyordum. Belki de Rüzgarında içinde olduğu çizimi vermeliydim. Yan profiline detaylı bakmasam da aklımda bir kaç şekil kalmıştı ve orada öyle çekirdek çitlerken ki bir kareyi çizmiştim. Sanırım bütün yazımın kayda değer en huzurlu çizimi oydu. Çizerken hiç zorlanmamış aklım farklı yerlere kaymamıştı, bütün odağım ondaydı. Araba sarsıldıkça daha çok uykum geliyordu ve en sonunda göz kapaklarıma yenik düşerek uyuya kaldım.
Arabanın durmasıyla kendimi dışarı attım. Temiz havayı içime çektim ve bacaklarımı esnettim. Çantamı da aldıktan sonra eve doğru yürümeye başladım. Ev, evdi işte doğduğum büyüdüğüm ev... İnsan eve gelince rahatlar ama ben tam tersine daha çok geriliyordum, elimde olsa hiç eve gelmezdim ama el mahkum. Kapıdan içeri girdiğimde yardımcılar bir telaş içindelerdi. Herkes elinde örtü yada tabakla yemek salonuna doğru koşuyordu. Bir telaş bir hengame. Annemse elinde bir not defteriyle onları izliyordu. Yardımcıların aksine oldukça sakin gözüküyordu. Arkasından yaklaştım ve boynundan bir anda sarıldım. "Ayyyyy Mayıs ne yapıyorsun ödüm koptu ya." Deyip sıkıca sarıldı bana. "Eee bu olaylar ne peki?" Dedim yardımcıları gösterirken. Yüzünde korkak bir ifade vardı, masumca gülümsedi ve "Şeey ııı... Ben belki ııı..." diye geveledi. bu bakışı biliyordum yine kendince iyi olduğunu düşündüğü bir şey yapmıştı. "Anne söyleyecek misin polis mi çağırayım?" dedim yeni boyattığı belli olan saçlarını düzeltirken. Sarının rengi fazlasıyla açıktı ama ten renginin beyaz olmasının verdiği avantajla o kadar da kötü durmuyordu.
Sabırsızca gözlerinin içine baktım. Cesur Canan Yetkiner'in meydan okuyan gözlerinden şu anda masumluk akıyordu. Sonunda "Şey sana sormadan belki sizin okulun bu sene ki mezunlarını küçük bir kokteyl için buraya çağırmış olabilirim." diye itiraf etti. Hala saçları ile oynadığımı, elim havada kalınca fark ettim. Bir sorum var Canan Hanım biz şöyle ufaktan ufaktan geri dönelim İzmir'e olmaz mı? He eğer dönemiyor isek öncelikle tabaklarını geri dolaba kaldırmanı tavsiye ederim. Eğer düşündüğüm insanlar gelirse her şeyin yerli yerinde duracağından pek emin değilim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşam Güneşi
Genç KurguGüneş artık batıyordu, daha ne kadar dibe batacağını düşünürken gökyüzündeki yıldızlar birer birer görünmeye başlamışlar. Hissedebiliyordu, artık koca gökyüzünde tek değildi.