Yazardan (11)

1.4K 163 34
                                    

Okumaya öyle kaptırmışım ki kapının tıklatılmasıyla irkildim. İstemsizce kolumdaki saate baktım. Söylediği vakitte gelmişti- saat on buçuktu.

'Geldin demek, bakalım ne istiyorsun?' dedim kendi kendime. Boğazımı temizleyip,

"gel" diye kapıya doğru seslendim. Kapı gıcırtıyla açıldı. Odamdaki sessizliği bozan gürültüden rahatsız olup içimden söylendim.
'şu kapıyı kaç defa söyledim yağlayın diye.'

İçeri giren genç adamın yana taranmış saçlarının yüzüne verdiği çocuksu masumiyyetin, dudaklafına konmuş samimi, bir o kadar da çekingen gülüşünün odamı dolduran pozitif havasının tesiriyle gülümsedim.

"Buyurun" diye iş masamın önündeki iki sandalyeden birini işaret ettim.
"Şey...ben ..." diye kendini taktim etmek istediğini görünce, beklediğimi belirtmek istercesine,

"Ali Samet Kerimi değil mi?" dedim.
"Evet" diye ismini söylediğim için şaşkınlıkla bana bakarak gösterdiğim sandalyeye oturdu.

"Şey için..." diye devam ederken kıvrandığını, söze nasıl başlayacağını bilmediğini fark ederek;

"Hikayeyi merak ettiğin için gelmiştin değil mi?"

"Evet."
"Bence acele etmeyelim, önce tanışalım." diyerek yerimden doğrularak (o çoktan kalkmıştı sandalyeden) elimi uzattım.

"Ben Aydın Gündüz, yazarım bilirsin. Sen de Ali Samet Kerimi 'sin.
Onaylarcasına kafasını salladı.
"Adını soyadını biliyoruz da, kim olduğunuzu bilmiyoruz. Hadi otur, sen dediğim için de kusura bakma." deyince gülümsedi.

"Hadi söyle bakalım, kimsin? Yani seni buraya hangi kimliğin attı. Sadece okuyucu kimliğin değil her halde."

"O da var tabii, meraktan da gelmiş olabilirim." diye cevap verince Ali Samet'in bir şeyler gizlemek istediğini fark ettim.

"Bu sebepten mi geldin? Sadece meraktan mı?"

Ne cevap vereceğini bilmeyen genç adama bakıp sormaya devam ettim.

"Buna inanacağımı düşünmüyorsun, değil mi? Pekala, bir kaç ay bekleyip romanın sonunu öğrene bilirdin."

"Afedersiniz."

"Bir şey değil. Nerede okuyorsun?" diye samimiyet kurmak adına sorunun yönünü değiştirdim.

"Pedagoji Universitesinde."

"Öyle mi ? Hangi bölüm? Edebiyat mı yoksa?"

"Hayır tarih."
"Harika, çok da uzak bölümler değil birbirlerine."
"....."

"Susmak güzeldir, ama susmaya devam edersen, sorularına cevap alamazsın, yani içindeki sorulara, hadi sor ne soracaksan." diyerek onu buraya getiren sebebi biliyormuşum gibi bir ifadeyle yüzüne baktım.

"Aydın muallim, aslında sormuştum mektubumda. Ama ... " diyerek, gideceği adresi nasıl soracağını bilmeyen yabancı turist gibi kıvranıp durdu. Ben de ne soracağımı merak ettiğimden lafını kesmeden sadece bakışlarımla 'ne soracaksan sor, meraktan çatladım' dercesine çocuğa bakıyor, cevap bekliyordum.
Ali Samet kendisini toparlamak için bir kaç kez boğazını temizledi, derinden nefes aldı. Yerini rahatladı.

"Şey muallim,..." diye yine kıvranmaya başladığında dayanamadım.
"Böyle mi ders anlatacaksın çocuklara, şey ...şey diye. Hem ben muallim falan değilim. Aydın Bey de yeter." deyip insanların karşısında gördüğü her insana "muallim" deme alışkanlığına gıcık olduğumu hissettirmiştim.

"Afedersiniz"

"Ben affederim etmesine de, bakalım, çocuklar affedecek mi? Hadi direkt söyle, çekinmene gerek yok, ben de senin gibi bir insanım. Öğretmenin ya da hocan yok karşında, sınavda falan da değilsin, sorunun bir cevabı varsa alacaksın."

"Efendim, hikayenizi okudum, çok beğendim. Fakat bir soru takıldı aklıma"

"Soru mu? Hadi sor bakalım?

"Aslında soru demeyelim de hikayeyi daha önce duymuştum."
"Yani çaldığımı mı söylüyorsun?"

"Hayır, estağfurullah. Daha önce bana bu hikayeyi anlattılar. Ben de belki yanılıyorum, benzetmişim diye, anlatana gittim. Hikayeyi ona okudum.

'Sen mi yazdın?' diye sordu bana. Emin oldum, tüm tasvirler, köyün tasviri, evlerin tasviri aynı. Aynı hikaye anlaşılan. Ona sordum belki birine anlattı mı diye, benden başka kimseye de anlatmamış."

"....."

"Sizin hikayenin sonu nasıldı, yani o adama ne oldu peki, ya o hanıma....?"

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin