Kerem sürgün yemiş binlerce tutukluyla birarada Sibirya ormanlarında ağaç kesiyordu.
Her gün aynı sesle, aynı bağırtıyla uykudan uyanır, aynı tekmenin kapıya vurmasıyla irkiliyordu.
Geldiğinden beri soğuğun uğultusundan, geceleri uluyan kurtların sesinden, sabahları yakından, uzaktan duyulan balta seslerinden, ağaçların kesilerek yere düşerken çıkardığı sesten ve de sazağın sesinden bir de alışık olmadığı bir dilde edilen emirlerden başka bir şey duymamıştı. Allahtan yanında, gelirken vagonda tanıştığı Azerbaycan Türkleri de vardı. Onlar şehirli olduklarından Rusça biliyorlardı. Zaten bir kaç kelime dışında dil bilmelerine de gerek yoktu.Ayakta kalmak için çalışmak, emirleri yerine getirmek gerekirdi. Söz dinlersen, belki yaşarsın, tabii buranın sazağına dayana bilirsen. Güney'in çocukları bu soğuğa dayana bilecekler miydi? Ya Kerem? Üstündeki ince kıyafet onu ne kadar koruyabilirdi ki soğuktan. Neredeyse her gün birileri ölüyor, cesetleri çukurlara gömdürülüyordu diğer tutuklulara. Ölenin kıyafetleri de onlara kalıyordu. E...e çalışınca ısınıyor insan, birce şu burunu, kulağı koruya bilseler. Donup kırılan kulaklar, burunlar, parmaklar emir dinlemiyordu. Daha ne kadar dayanabilirlerdi ki soğuğa.
Durmadan birileri ölüyor ve onların yerine birileri geliyordu. Kerem'in diğerlerinden farkı, siyasi damgayla gelmemesiydi. O yüzden kendilerine hizmet ettiriyorlardı. O da uysalca davranarak onların hizmetinde duruyordu. Bu sebepten de karnı tok oluyordu hep. Burada hayatta kalmak için başka çaren yoktu ya ne istiyorlarsa onu yapmalı, ya da ölmeliydin. Basit bir karşı çıkmada kurşunlanabiliyordun.
Komutanın, soyadı Tanrıverdiyev olan biriyle,
"Tanrı verdi ha ha ha, yok Şeytan verdi" diye alay ederken, adam dayanamayıp kendisinin soyadını hatırlatarak;
"Senin soyadın da Bogdanov Bog dan" aynı anlama geliyor" diye cevap verirken kurşunlanmıştı.Bir gün ağaç kesilirken ağacın komutanın üzerine devrildiğini görünce üstüne atlayarak oradan uzaklaştırmıştı. O sebepten daha önce uyuduğu havasız ve boğuk barakadan çıkarılıp, ona rağmen şartları daha iyi olan barakaya yerleştirilmişti. Eskiden kaldığı baraka uyuyamayacak kadar havasızdı. İnsanların çoğu, burada gecelerken daha da güçten düşüyor, sabaha kadar öksürüyorlardı. Ellinin, altmışın altında hava şartlarında ağaç kesip temizlemek, o barakada uyumaktan daha iyiydi.
Bütün bunlara karşın dört yıl, kırk yıl gibi geçmişti. Bu yıllarda kendine güven kazanmıştı. Bir gün mahkumluk yılını tamamlamış iki mahpusu salıverirken;
'sana da istersen on günlük ev izni verelim' diye teklif etti hayatını kurtardığı komutan. Onun için yapacağı başka bir şey yoktu - öyle diyordu. On günden fazla izin yoktu. Kerim de adı gibi biliyordu bu on günün yolda geçeceğini, yolun da ne kadar kötü olduğunu.Gelirken atlata bilmişti, ya bu soğukta gidebilecek miydi?
"Ya geç kalırsam?" diye sual edince,"orasını biliyorsun, kaçak sayılacaksın o zaman. Yakalarlar, üzerine bir de ceza verirler. Yine de sen bilirsin." dedi gülümseyerek.
Besbelli onunla dalga geçiyorlardı. Ama gidecekti, gidecekti.
'Belki bir yolunu bulurum, gelmem' dedi kendi kendine. Bir dört yıl daha yaşayamazdı. Sekiz, on yılını burada geçirenler vardı, bir de sekiz gün sonra ölenler...."Hayır bir dört yıl daha geçiremem burada. Yakalanırsam zaten o dört yıl içinde öleceğime göre, daha fazla sürgünün bir anlamı olmayacak." diye düşündü.
"Kabul ediyorum" dedi. Kerem zamanını ve belki de hayatını doldurmuş iki tutukluyla birlikte izne gönderildi. Yirmi kilometre yaya gittikten sonra istasyona ulaştılar. Kader arkadaşlarıyla saman doldurulmuş vagona bindirilerek, buraya getirilen tutuklularla yer değiştirdiler. Sahip on yıl mahkum olunduğu sürgün hayatını tamamlamıştı. Geldikleri yolu yıkıla dura zor gelmişti istasyona kadar. Öksürük krizine girdiği anlarda kara gömülerek dizleri üstüne çöküyor, durmadan öksürüyordu, devam etmesi için silahla sırtına vurarak kaldırıyorlardı. Georg'un -diğer tutuklu- ve Kerem'in yardımıyla itile kalka istasyona vardılar.
Lokomotif yola koyuldu. Ormanın derinliklerinde tren tekerleklerin rayları inletmesinden başka bir ses duyulmuyordu. Bir kaç istasyonda kısa süreliğine durdu tren, yanlarına bir kaç adam daha bindirildi. Sibirya çölleri uzaklaşıyordu giderek. Uzaklaştıkça da Georg'un gözleri parlıyor, Sahip'in öksürüğü artıyordu. Gar'ların birinde başka trene geçtiler. Buradan vatana insan gibi kompartmanda gideceklerdi. Giderek yaklaşıyorlardı vatanlarına. Bakü Gar'ına az kala Sahip kötüleşti, krize girdi.
"Ölüyorum," dedi Kerem'e "neredeyiz geldik mi toprağımıza?" diye sordu inleyerek.
"Evet" dedi, "az kaldı. Bir kaç saat sonra Bakü'deyiz."
"Şükür, çok şükür, orada ölmek istemiyordum. Bir de ölmeden önce ailemi görebilsem."
"Göreceksin" dedi Kerem. İçindeki isteği bastırarak. Treni değiştirdikten bu yana yakasını bırakmayan düşünceler, bu işi yapması için dürtüp duruyordu onu.
'Hayır yapamam' diyordu kendi kendine. Sonra bir ses konuşuyordu kafasında:'O zaten ölü ama sen hala yaşıyorsun.' Adam bir daha öksürdü. Elinin ıslandığını fark etti. Karanlıktı, arada sırada, küçük istasyonların yanından geçerken, içeri sızan ışıklardan adamın yüzünü görür gibi oldu. Hırıltısı artmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu.
"Biraz dayan kardeşim, az kaldı." dedi Kerim. Adam ses vermedi bu kez. Elini burnuna tuttu. Uyuyordu. Tren garının ışıkları uzaktan görülüyordu. Georg tuvalete gitti bu arada.
'Bu bir fırsattır' dedi kafasındaki ses.
'acele et, az kaldı geri gönderileceksin. Kaderin kendi elindedir'
'Kaderden kaçamam.'
'ama kaçıyorsun, bak Allah bile bunu istiyor, Georg'u bile buradan uzaklaştlrdı'
Kerem etrafına baktı, kimse yoktu. Sahip öksürüğün ardından yorgun düşüp tekrar uyumuştu. Gar'ın ışıkları gözüküyordu uzaktan.'Az kaldı, şimdi askerler, trenden inmeden, belgelerime bakar bakmaz, kelepçeleyip götürürler beni.'
Kerim yanında uyuyan Sahip'e baktı, üzerini örttüğü battaniyeyi eline aldı. Ağzına bastırdı. Gücü tükenmiş adam, ona karşı koyamadan, sadece bir iki kez çırpınarak, ruhunu teslim etti. Artık hareket etmiyordu. Sahip ölmüştü.Tren durmuştu, kondüktörun sesi duyuldu uzaktan. Georg her an gelebilirdi.
On günü geçmişti SiBLAGdan çıkalı, trenden inmeden yakalanacaktı. Bunun için yapmıştı, kendi için, kendini kurtarmak için. Hızlı olması gerekiyordu.Aceleyle Sahip'in ceplerini yokladı, elini atıp Sahip'in belgesini cebinden çıkardı, kendi belgelerini onun cebine bıraktı. Kimsenin görmediğine emin olduktan sonra yerine geçti, uyuyor gibi yaptı. Tren hızlandı, sonra yavaşladı, ardından durdu.
"Affet beni kardeşim, affet, başka çarem yoktu. Ölmek istemiyorum,"
Sahip'in belgelerini çıkarıp okumaya başladı.
" Sahip Hasanof Alimerdan oğlu. Gazak rayonu. Anne adı. Gülçöhre."
İsimleri ezberledi, bir kaç defa tekrar etti kendi kendine dudaklarının altında mırıldanarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURAYE (Tamamlandı)
General FictionSuraye Wattys 2020 Tarihi Kurgu Kategorisi kazananı. "Suraye" tarihi olayların yer aldığı sürükleyici bir hikaye. Azerbaycan halkının Sovyet döneminde yaşadıklarının akıcı bir dille anlatıldığı bu kitap okuyucunun dönemle ve halkın yaşamıyla yak...