Kızımın bana söylediği sözleri düşünüyordum. Bir bakıma haklıydı. 'Evlatlar ebeveynlerinden sorumlu değiller' derdim söz bana geldiğinde, ucu bana dokununduğunda. Şimdiyse aksini söylüyordum. İş orasındaydı ki söylediklerime kendim de inanıyordum. Doğrudur, sorumlu değildi kimse kimseden ama önünde sonunda çocuk terbiye aldığı anne babasına benzemiyor muydu?
Kızımın gözündeki kızgınlığı görmemem mümkün değildi. Kendimce haklı nedenlerim vardı ama bunu ona anlatamazdım, anlamazdı.
Sadece 'yok, onunla arkadaşlık etmeni istemiyorum' demekle yetiniyordum. Ama kızım o 'yok'un nedenini soruyordu. Aslında kaptırdıkları yolun yanlış olduğunu anlatsam daha doğruydu ama nedense, belki de kız babası olduğumdandı, her şeyin sorumlusu olarak onu görüyordum ve ondan uzak durmasını söylüyordum. Belki ben yanılıyordum, belki de öyle bir şey olmayacaktı, kızıma zararı dokunmayacaktı. Aslında Ali Samet öyle bir çocuk değildi, biliyordum. Ama karşımda yüzlerce böyle örnekler vardı ve bunlar 'asla öyle bir şey yapmaz' dediğim insanlardı. O benim kızımdı ve ben onu böyle şeylerden uzak tutmalıydım. Yanında kim olur olsun, doğruyu, yanlışı anlayacak yaşta değillerdi daha, bir ütopyanın peşine takılıp giderken zarar görebilirdi.
Şimdi neler olduğunu, neden benim öyle söylediğimi merak ediyorsunuz, anlatayım öyleyse.
Bakü'ye Ali Samet'le beraber döndüğümü söylemiştim. Onu evine bırakıp yoluma devam ederken, yanıbaşındaki arkadaşının ona birşeyler anlatıp çekip gittiğini gördüm. Ali Samet'in bavullar arasında çaresiz halini görünce ciddi bir şey olmasından şüphelenip geri döndüm. Anlattığına göre, arkadaşı evden atıldıklarını söylemişti. Ev sahibi kilidi değiştirince o da akrabasına taşınmıştı. Bildiğime göre Ali Samet'in burada bir akrabası yoktu. Anlayacığınız, çocuk sokakta kalmıştı.
Onu evimize davet ettim.
"Bir şey düşünürüz, merak etme, belki sana talebe yatakhanesinde yer bile bulabiliriz." dedim.
Kaç gündür 'oralarda ne yaptığımı' merak eden karım, beni yanımda yabancı bir gençle gördüğünde şaşırdı tabii. Kuru bir selamlaşmayla, sanki sabah çıkmış, akşam dönmüşüm gibi, karşılayıp içeri buyur etti. Karımın bu hallerine alışıktım. Beni arkadaşlarımdan, işimden, hatta kalemimden bile kıskanıyordu.
Önceleri bu durum hoşuma gitmiyor değildi tabii ama gün geçtikçe, yaşlandıkça bu durumu kabullenemiyor, onun bu hallerini anlamsız buluyordum. İşte o sırada da kavga çıkıyordu.
Ben her defasında kavgadan kaçmak için kapıyı çarpıp gitsem de, gideceğim yeri bildiğinden, sabah olunca iş yerime gelir, ben de her zaman olduğu gibi doğru yapmadığını söyler, kafa dinlemeye ihtiyacım olduğunu belirtirdim. O da
"evet, sen haklısın, ben abartıyorum, evine dön, bir kelime dahi etmeyeceğim, söz veriyorum. Seni evde görmeyince dünya başıma yıkılıyor." derdi ve barışırdık. Onun bu halleri hoşuma gidiyordu, hatta işime geliyordu galiba, bunu sonradan fark etmiştim, her kapıyı çarpıp gidişimde elimde yazdığım bir hikaye, bir roman varsa daha iyi yazıyordum, her halde bütün bunlar sonucu bildiğimdendi, onun beni sevdiğini ve bütün bunları sevdiğinden yaptığını bildiğimdendi.
Şimdi de gittiğim yerden onu ve kızımı görmek için koşa koşa gelmediğim fikrini çıkaracaktı. Ve ben buna hazır olduğumdan bakışlarına ehemiyet vermeden,
"kızım nerede? Babasını özlemedi mi yoksa?" deyip Ali Samet'e bavulunu koridorda bırakmasını, kendisinin de salona geçmesini söyleyip, arkasından salona geçtim. Kızım sesimi duymuş olacak ki koşa koşa salona gelip boynuma atladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURAYE (Tamamlandı)
Ficção GeralSuraye Wattys 2020 Tarihi Kurgu Kategorisi kazananı. "Suraye" tarihi olayların yer aldığı sürükleyici bir hikaye. Azerbaycan halkının Sovyet döneminde yaşadıklarının akıcı bir dille anlatıldığı bu kitap okuyucunun dönemle ve halkın yaşamıyla yak...