Kayınbabasının evinin önünden dörtnala giden Kerem'i görenler fısıldaşmaya başladı.
'Ömer'i Kerem vurmuş'
Oğlunu damadının vurduğunu anlayan Minaye Hanım, başını nefretle Hatice Hanım'a çevirdi ve
"Senin burada ne işin var?" diye avının üzerine atlamaya hazırlanan kuzgun gibi ayağa kalktı. Komşular dört taraftan kollarını kavrayıp durdurmaya çalıştılar. Hatice Hanım;
"ben bir şey bilmiyorum. Yapmamıştır. Bilerek yapmamıştır. İstersen kızına sor." diyerek, Kerem'in damadı olduğunu hatırlatmak istercesine Minaye Hanım'a kızını işaret etti.
Oğlunu savunan Hatice Hanım'ı dışarı çıkardılar. Gözü yaşlı kadın açık kapılarına baktı ve de kapılarının önündeki at ayaklarının izlerine. Oğlunu bir daha göremeyecek gibi bir his belirdi içinde. Dünüründen de beter bir haykırışla
"oğlum" diye inledi. Acı ve keder içinde ağır adımlarla merdivenleri kalktı. Evden gelen çocuk ağlamasını duyunca, çocuğu evde yalnız bıraktıklarını hatırladı. Gelininin kardeşinin üzerine kapanıp ağlaması geldi gözlerinin önüne. Çocuğu beşikten kucağına aldı, ağlamaktan sesi kısılmış yavrucak hıçkırıklara boğulmuştu. Bir süre içini çeke çeke ağladı. Daha sonra ona şişede su veren babannesinin kucağında uykuya daldı.
Çocuğun sakinleşmesiyle Hatice Hanım da sakinleşmişti. Belki oğlunu bir daha görmeyecekti. Yakalarlarsa idam cezası keseceklerini biliyordu. Hakimin sözlerini duyar gibi oldu.'Kurşuna dizilerek öldürülsün.' Sesler kulağında yankılandı. Çocuğu göğsüne sıktı. Oğluyla vedalaşır gibi, onu kokluyor gibi kokladı, kokladı.
"Ah yavrum, ne olduysa sana oldu." dedi. Eyvandan yola boylandı. Tarladan hala dönmeyen, olanlardan habersiz yaşlı kocasını düşündü.
"Görecek günlerimiz varmış Abdullah" dedi kendi kendine.
*****************************************
Suraye, kardeşini kaybetmenin acısıyla ağladı ağladı. Kardeşinin cenazesine sarıldı, suçluymuş gibi durmadan af diledi. Cenazeni yıkamak için götürdükleri sırada annesi kızına saldırıp damadına hakaretler ilençler yağdırdı.
"Kocan kardeşini kurşuna dizerken, sen nerdeydin a vefasız. Ne yaptı kardeşin size? Ne yaptı he, a nankör?" diye kızının omuzlarından tutup olanca gücü ile silkti. Suraye olanları hala anlamaktan aciz halde annesine mukavemet göstermiyordu. Annesinin onu hırpalamasına izin verirken, bu utancı yaşamaktansa ölmeyi diliyordu.
"Neden? Neden yaptın?" diye de kocasının bunu neden yaptığına anlam veremiyor kendi kendine sorup duruyordu.
Kardeşini toprağa vermelerinden neredeyse bir hafta geçiyordu. Bu süre zarfında baba evinde kalan Suraye annesine yaklaştı.
"Anneciğim, izin verirsen ben de evime gideyim. Çocuk kaç gündür aç..." demeye kalmadan kaç gündür Suraye' nin geleceği konusunda sessizliğe gömülmüş Minaye Hanım bir hışımla ayağa kalktı.
"O eve dönersen, bu kapı yüzüne kapanır, bunu böyle bilesin. İsmini bile anman kardeşinin ruhuna hakarettken nasıl olur da oraya geri dönmek isterdin aklım almıyor."
"Ama anne, oğlum..."
"O kanlı katilin tohumuna evlat diyeceksen, sen de benim evladım değilsin bundan sonra."
Suraye ne yapacağını bilmeden sabaha kadar evlerinden gelen çocuk ağlamasını dinledi. Belki de bir vehmdi ama evladının durmadan ağladığını sanıyordu. Kulaklarında çınlıyordu hıçkırıkları, iç çekişleri. Oğlumu nasıl görebilirim diye çok düşündü. Evden kaçmayı geçirdi aklından.
Annesini atlatmanın yolunu bulmalıydı. Babasının acılı ve intikamçı bakışlarını hatırlayınca bu düşüncesinden vazgeçti, annesini ikna etmeye çalıştı.
"Olanlarda onun suçu yok anne." dedi. Annesi;"istersen git al getir çocuğu. Ama bil ki benim oğlum kara topraktayken, onun oğlu bu evde barınamaz. Öldürürüm onu buraya getirirsen. Anladın mı, öldürürüm. Evladının yaşamasını istiyorsan, onu bir daha görmemeyi göze alacaksın."
Suraye oğluyla ailesi arasında seçim yapmak zorundaydı. Önce ne yapacağını bilmedi. Sonra oğlu için- kardeşinin katili olsa da- kocasının evine dönmek zorunda olduğunu düşündü. Nasıl olsa annesi de bir anneydi ve bir gün onu mutlaka anlayacaktı.
Akşam, bir fırsatını bulup arka kapıdan çıktı. Evlerine varınca kapıyı açıp bahçeye girdi. Kayınvalidesi onu avluda görünce aşağıya indi, hiçbir söz söylemeden kolundan tutup dışarıya doğru sürükledi."Anne, ne yapıyorsun? Oğlum için geldim, oğlum nerede, onu bana verin. Kaç gündür açtır." dediyse de kaynanasının onu kerpeten gibi kavramış ellerinden kurtulamadı. Ne yaptıysa da, ne kadar yalvardıysa da ikna edemedi. Kaynanası onu bir çuval gibi kapının önüne bıraktı.
Suraye beklemediği karşılamadan şok olmuştu. Kendisine gelip ayağa kalktı. Üzerine kilitlenmiş kapıyı durmadan yumruklamaya, tekmelemeye başladı. Ağladı, bağırdı, çağırdı, ağıt yaktı. Yorgun düşüp kapının önüne yığılıverdi. Evden gelen küçücük yavrusunun ağlama seslerine karıştı sesi.
"Neden, neden bırakmıyorsun, benim ne suçum var?" diye çınlattı mahalleyi. Kayınvalidesi tek bir söz söyledi.
"Git burdan. Artık senin burda ne evin, ne çocuğun var, ne de kocan."
Gecenin yarısına kadar kapının ardında oturup kaldı. Ağladı ağladı. Uzun süre sonra annesinın kollarından tutup kaldırmasıyla irkildi.
"Kalk, kalk, rezil ettin bizi. Senin hiç vicdanın yok mu? Utanman, arlanman yok mu? Sana 'gitme' dedim 'gitme o katilin evine.' Ne oldu? Verdiler mi çocuğunu? Yoksa evlerine mi aldılar?"
Suraye bu lafların ardından daha da hünkürdü.
"Hayır gitmiyorum, hiçbir yere gitmiyorum, evladımı istiyorum ben." dedi.
"Sen nasıl oğlunu istyorsan, ben de oğlumu istiyorum, anne, bırak alayım öyle ."
Annesi bunun üzerine bir tokat attı kızına;
'ben oğlumu istiyorum ha, benim yirmi yaşlı oğlumla, senin altı aylık oğlun aynı mı, e Allah'ın cezası. Ben onu büyütürken yanımda değil miydin? Neler çektiğimi bilmiyor musun? Nelere katlandığımızı bilmiyor musun? Hastalandı, ölecek dediler, ayağa kaldırdım onu bin bir zahmetle, bin zilletle. Bak bu ellerle büyüttüm onu, kimseye muhtaç etmedim. Senin katil kocan aldı onu bizden, dağ gibi oğlumu devirdi, bir kör kurşuna kurban etti. Allah onun da oğlunu kör kurşunlara getirsin inşallah. Benim gibi evlat dağı görsün. Hatice, senin de ciğerin yansın benim ciğerim gibi." diye yüzünü dünürünün evine taraf çevirip kargışlar, ilençler yağdırdı.
"Anne, öyle söyleme." diye engel olmaya çalıştı Suraye.
"Kalk kız, kalk düş önüme. Sana söyledim, çocuğunu alırsan bile bu kapıdan içeri sokamazsın diye."
"Anne torunun o senin, yapma, onun bir suçu yok."
"Hayır, hiçbir şeyim değil benim. Senin de hiçbir şeyin değil, kardeşinin katilinin oğlu. Evladımın katilinin oğlu. Gel dedim sana, yeter bizi rezil ettiğin."
Kapılarına yaklaştıklarında babası elinde av tüfeği ile kapıda göründü. Suraye babasını tüfekle gördüğünde çıldırdı, üzerine saldırıp tüfeği almak istedi.
"Çek, çek vur, öldür beni baba, ben bu acıyla nasıl yaşarım. Kardeşimi Kerem vurdu, beni de sen vur." diye bağırdı. Yaşlı adam;
"kadın, al bunu ayağımın altından." deyip kenara tükürdü.
"Utanmaz, arlanmaz. Yüzü de var konuşmaya. Götür bunu gözümün önünden, dedim sana kadın, beni evlat katili etme"
"Baba, lütfen." dedi yalvarışlı bakışlarla. Annesi kızının yalvarışlarına aldırmayarak, kolundan tutup çeke çeke, komşuların meraklı ve üzüntülü bakışları altında eve götürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURAYE (Tamamlandı)
Ficción GeneralSuraye Wattys 2020 Tarihi Kurgu Kategorisi kazananı. "Suraye" tarihi olayların yer aldığı sürükleyici bir hikaye. Azerbaycan halkının Sovyet döneminde yaşadıklarının akıcı bir dille anlatıldığı bu kitap okuyucunun dönemle ve halkın yaşamıyla yak...