Birkaç gün geçmişti karımın ve kızımın gidişinden. Benim için içinse hiçbir şey değişmemiş gibiydi. Karım haklıydı iç dünyama kendimi öyle kaptırmıştım ki hayatımdakilerin gidişi bile beni etkilememişti. Yine aynı durumdaydım. Her sabah işime gidiyor, orada bulunduğum sürede her şeyi unutuyor, oradan ayrıldığımda ise içimdeki boşlukta debelenip duruyordum.
Biliyordum, hayatım böyle devam edemezdi. İnsanları kırıp dökerek yaşayamazdım. Her şeyden önce ben bir babaydım. Bu durumumun babalık görevlerimi önüne geçmesine engel olmaması için iç dünyamdan çıkıp normal hayata dönmeliydim. Bunun için istemeden kırıp döktüklerimi onarmak zorundaydım. Bana yardım için elini uzatmış, sebebi her ne olursa olsun, bir insana bunu yapamazdım.
Ne gariptir ki kendi iç dünyamda sohbet ederken bile kendime itiraf edemiyordum gerçek duygularımı. Onu bir daha görürsem, onunla buluşursam, dayanamayacağımı biliyordum. O yüzden kaçıyordum ondan. Ondan kaçan ben yok, aklım ve mantığımdı. Bazen mantıklı davranmak gerekiyor hayatta, kalbinin sesini dinlersen, olacakların önünde duramayacağını biliyorsun da ondan.
Bir sorumluluğum vardı evet fakat sevgim buna engel olur muydu? Karım bile sağduyulu davranmış beni kendimle başbaşa bırakmıştı. Bir soru, tek bir soru vardı cevaplanacak. O gücü kendimde bulmak için ona gitmeliydim...
Evlerinin kapısını çaldığımda öğle olmak üzereydi. Bu saatlerde onu evde yalnız bulabilirdim. İki kez bastım zile. Az geçmedi açıldı kapı. Karşımda beni gördüğüne bir az şaşırmış, bir az küskün, biraz utangaç bir kız vardı. Hiçbir şey söylemeden kapıdan çekildi, içeri geçtim. Koridorda bavul ve dolu kolyeleri görünce soru dolu bakışlarımla ona baktım. Ruhiye hiçbir şey söylemeden salona geçti.
"Bavullar..." dedim.
Kanepeye oturdu, ben de oturdum."Gidiyorum, gidiyoruz sabah treniyle." dedi gözlerini döşemeye dikerek.
"Temelli mi? Nereye?"
dedim yutkunarak. Sesim kendime bile yabancıydı. Bunu beklemiyordum. Yol boyu ezberlemeye çaıştığım, ne diyeceğimi, ne söyleyeceğimi düşünüp düşünüp bir türlü söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi diye karar veremediğim o üç beş kelime de uçup gitmişti aklımdan."Evet temelli."
"Neden?" diye bildim sadece.
"Öyle gerekiyor, başka tür yapamam. Yaşayamam böyle."
"Ben böyle olsun istememiştim."
"Ben de... Neden geldin?" diye sordu yüzüme bakarak. Bakışlarında içime işleyen bir sertlik vardı, bir cevap bekliyordu.
"Şeyy... özür dilemek için. Sana yanlış davrandım. Özür dilerim."
"... gerek yoktu.""Niyetin iyiydi, bense sana neler söyledim."
"Haklıydın."
"Yine de öyle konuşmamalıydım..." dedim ve sustum bir süre, ardından mesele sadece onun gitmesiymiş gibi sordum ona.
"Ya okulun, bitmedi hala. Onu ne yapacaksın?""Hallettim."
Ayağa kalktım, diyecek çok sözüm vardı aslında, ama konuşamıyordum, o da kalktı. Kapıya yöneldim bir iki adım atıp durdum, yüzümü döndüm, bir şey söylemem gerekiyordu, böyle gidemezdim, kekeledim.
"Ben..., biz... yapamazdık, olamazdı, yanlıştı. Ben evliyim, senin yaşlarında kızım var, biliyorsun."
Bu kelimeler nasıl çıkmıştı ağzımdan bilmiyordum. Onun kalbini bir daha kırmıştım. O beni hiçbir şeye zorlamıyordu, bunu ima edecek tek kelime bile etmemişti, fakat ben kendi vicdanımı rahatlatmak için bütün suçu ona yüklemiştim. Gözlerimi yere dikmiştim konuşurken. Ağzımdan çıkan kelimelerin farkına vardığımda başımı kaldırıp gözlerine baktım, 'başka çarem yoktu bunu söylemek zorundaydım, affet beni' der gibi. O ise farklı bakıyordu, sanki aramızdakini açığa çıkarmam onu rahatlatmıştı. Söyleyeceği sözlerin bendeki tesirini anlamak için olacak ki ilk kez utanmadan gözlerimin içine baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURAYE (Tamamlandı)
General FictionSuraye Wattys 2020 Tarihi Kurgu Kategorisi kazananı. "Suraye" tarihi olayların yer aldığı sürükleyici bir hikaye. Azerbaycan halkının Sovyet döneminde yaşadıklarının akıcı bir dille anlatıldığı bu kitap okuyucunun dönemle ve halkın yaşamıyla yak...