Aydın Bey'in onlara her gelişinden sonra Ruhiye daha da iyi hissediyordu kendini. Her geldiğinde de bir demet kır çiçeği getiriyordu ona. Anne Gülizar Hanım, mahcup bir halde yazarın getirdiği çiçekleri vazoya koyuyor, çay yapıyor, bu arada da kızıyla sohbetlerini dinliyordu. Kızının onun her gelişinden sonra bir çiçek gibi açtığını gören anne, konuşurken de renkten renge girdiğini fark etmiyor değildi.
Bir defasında utana sıkıla;"o adam iyi niyetli, senin iyiliğin için geliyor evimize. Sen, kızım, onun hakkında yanlış bir fikre kapılmıyorsun değil mi?" diye soracak olunca, Ruhiye;
"sen, ne diyorsun anne?" deyip ağlamıştı utancından. Annesi
"affedersin kızım, bunu söylemek zorundaydım. Ben de gençtim bir zamanlar. Genç kızlar öğretmenlerine, hocalarına, şairlere, yazarlara, kahramanlara aşık olduklarını sanırlar ama bil ki bu hayranlıktan başka bir şey değildir. Zamanla sen kendin de anlayacaksın." deyince, kızı;
"öyle bir şey yok, neden bu hisse kapıldın, bilmiyorum ama sen söylediğin gibi o benim için sadece hayran olduğum yazar, o kadar. Hatta hayran bile sayılmam, sadece yazılarını severek okuyorum. Yani bir yazar olarak beğeniyorum onu. Ben bunu- duygularımı anlamayacak kadar çocuk değilim. Sen rahat ol anne." deyip rahatlattı onu.
Aslında annesi haklıydı. Ruhiye de bu durumun farkındaydı ve duygularını saklamak zorunda olduğunu da biliyordu.Ama gel gör ki Aydın'ın onunla aynı hisleri taşıdığına kendisini inandırmıştı, yanılıyor olamazdı, bunu onu gözlerinde görmüştü. Geçen gelişinde, elini avuçlarına alıp sıkarken, gözlerine takılıp kalan gözlerini kaçırmasından anlamıştı. Evet, o da biliyordu. Ona 'gözlerini kapa' dediğinde hislerinden emin olmasını istemişti. Ona, 'yanında gördüğün diğer insan kimdi?' diye soran Aydın'ın gözlerindeki pırıltıdan cevabını bildiğini de biliyordu. Söylememişti cevabını.
'Hiç' demişti sadece. O da yutkunmuş, bakakalmıştı gözlerine. Söylemediği için teşekkür etmişti bakışlarıyla.
Böylesi daha iyiydi. Şayet açığa çıkarsa, duygularını böyle güzel yaşayamazdı, fırsat vermezlerdi. Büyüsü bozulur darmaduman olurdu her şey.
'Hayır, belki de benim hislerimi anlamış, o yüzden böyle davranmıştı. Bana belli etmemek için de kaçırmıştı gözlerini.' diye düşündü ve bu düşünceler içinde kararını verdi.
"İyileşip okula gitmeliyim. Onunla da görüşmeyi kesmeliyim. " Annesine de, ona da yanıldığını göstermeliydi. Kaçmak en iyisi. Onun saygınlığına zarar gelsin istemezdi. Böyle bir ilişkiyle adının anılması, onun konumu bakımından utanç verici bir şeydi. Duyguların başkası tarafından utançla karşılanacak olması fikri ona çok kötü hissettirdi, hatta kendinden nefret etti neredeyse.
"Bana olan duygularını bunun için gizliyordur. En iyisi ondan uzak durmak, hiçbir şey belli etmemek..." dedi zor olsa da bu kararı almak mecburiyetindeydi.
"Seni rahatsız etmeyeceğim. Hoşça kal sevgilim" dedi fısıldayarak ve kalbinde taşıdığı sevgilisiyle vedalaştı gizlice.
Bir kaç gün sonra Üniversiteden çıkıp evlerine gitmesi gerekirken, ayakları onu alışkanlığı üzere yayın evine götürdü. Dalgın dalgın yürürken kendini yayın evinin önünde gördüğünde çok şaşırdı. Buraya kendi isteği dışında gelmişti. Onu görme isteği ayaklarını binaya doğru çekiyordu. İçeri girsin mi, girmesin mi diye düşündü biraz, evet gitmemeliydi. Giderse annesi haklı çıkacaktı. Kendine verdiği sözü de tutamayacaktı. Sözünü tutmalıydı. İsteksizce geri döndü. Hızla oradan uzaklaşmaya çalışırken birinin arkasından ona yaklaşmak için aceleyle attığı adım sesleri duyuluyordu.
"Ruhiye, kızım..."
Evet oydu, onun sesiydi. Ona sesleniyordu. Hep duyduğu o ses ilk defaydı ki onu bu kadar heyecanlandırıyordu. Kendini toparlayıp, durdu. Yüzünü döndü."Evet? Siz misiniz? Hoş bulduk."
Aydın Bey nefes nefeseydi, anlaşılan epey hızla yürümüştü ona yetişmek için."Nereden böyle?"
Ona geri döndüğünü çaktırmamaya çalışarak.
"Ben mi? Şey... " deyip etrafına baktı."Postaneden, yatıracak faturalar vardı da." Aydın Bey, çevresine göz gezdirip
"burada bir postane var mıydı?"
diye söyleyince."O taraflarda var. Ben kendim yürümek istedim, hem neden sorgular gibi soruyorsunuz. Buralarda bir işim olamaz mı?"
"Olur tabii, kusura bakma kızım. "deyip Ruhiye'yi daha fazla utandırmak istemeyerek yumuşak tonla konuştu.Ruhiye ona 'kızım' diye hitap etmesinden rahatsız olduğunu belirtircesine;
"ben sizin kızınız filan değilim. Bildiğim kadarıyla bir kızınız var. Gidin Ona söyleyin. Benim bir babaya ihtiyacım yok."Ruhiye'nin bu tepkisine şaşıran Aydın Bey onun kızarmış yüzüne, titreyen dudaklarına bakarak sinirlendiğini ve bozulduğunu anladı.
"Kusura bakma. Hadi sen eve git.."
dedi üzülerek. Onu kırmak, incitmek aklının ucundan dahi geçmemişti. Neden böyle yaptığını az çok tahmin edebiliyordu ama bu kadar içerleneceğini düşünememişti. Hiçbir şey demeden çekip giden kızın arkasınca baktı yazar.Ruhiye'nin tepkisinden etkilenen Aydın Bey, günlerde onunla yaptığı konuşmalarını, görüşmelerini hatırlamaya çalıştı. Ruhiye hatırını sormaya gittiği basit bir talebe değildi, onun için de bir anlamı vardı. Galiba düşündüğü gibi de hisleri öyle gelip geçici hisler değilmiş. Onu incitmek istememişti. Nasıl yapabilmişti bunu, nasıl? diye düşünürken arkasınca koşup özür dilemek, bu olmayacak şeyi kalbinden atması için ona yalvarmak istedi.
Ona acı vermek, ona bunu yaşatmaya hakkı yoktu.
'Nasıl yapabildim bu hatayı. Aptal kafam,' deyip alnına vurdu. Son zamanlarda olanları aklından geçirmeye, hatırlamaya çalıştı.
O günden sonra bir kaç defa daha gittim onlara. Ruhiye iyileşene kadar da gidecektim. Annesine de böyle söylemiştim. O da minnet dolu sözlerle teşekkür etmişti bana. Bir kaç güne toparlayacak gibi görünüyordu. Her kapılarını çalışımda ona umut verdiğimi düşünmeden gitmeye devam ediyordum. Onun bana olan hislerinin yanlış olduğunu düşünürken, kendimi bu ateşin içine attığımın farkında değildim. Beni ona iten bir şey vardı. Onunla zaman geçirmekten haz alıyor, mutluluk duyuyordum.
Evet kendim mutlu olduğum için gidiyordum onlara. Yoksa kimse dün tanıdığı birine bu kadar ilgi göstermezdi.Ruhiye'nin hislerinden haberim vardı. Hatta buna emindim, sadece aklıma, dilime, yüreğime getirmiyordum. Bunu anlamayacak kadar salak da değildim. Anlamazlıktan gelmek işime gelmişti.
Ben yanındayken sürekli konuşuyor, sorular soruyor, cevabını beklemeden konuşmaya devam ediyordu. Bütün bunları susarsa, gerçek hisleri açığa çıkar korkusuyla yapıyordu belki de.
Ben de ondan farksız değildim. Bu hislerin gerçekte ne olduğunu tam anlamıyla anlamasam da, kafamı sürekli meşgul eden, dalıp dalıp gitmeme neden olan bir şey vardı, adını hala koyamadığım, belki de adını koymaya çekindiğim, ismi her neyse, kalbimi yumuşatan bir şey. Kendime bile itiraf edemediğim o şeyin şimdi farkındayım, artık çok geçti. Bu yangın kalbimi çoktan sarmış, kurtulmam imkansızdı. Ama hayır böyle bir şey olmadığını düşünerek, veya düşünmek isteyerek, o sohbetlerin konuşmaların hoşluğuna kaptırmıştım kendimi.
Olamazdı. 'Hayır' diyor, bu hisleri kendimden uzak tutuyor, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordum.
Kendimden nefret ediyordum. Bu duygu içerisindeyken bir dakikanın, onunla karşılaştığım o anın içerisinde her şey altüst olmuştu. O güne kadar her şey - hayatım normal akarıyla devam ederken sanki bir şey olmuştu. Bir kale sandığım evimin birisi gelip temellerini kazımıştı. Sallanıyordu evim. Sevgiyle muhabbetle kurduğum yuvam artık eski köhne bir eve dönüşmüştü. Birisi sürekli "ondan artık bir şey olmaz" deyip duruyordu kulaklarımda. Bir mukavvaya dönüşmüştüm ne yapmalıydım ne?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURAYE (Tamamlandı)
Ficción GeneralSuraye Wattys 2020 Tarihi Kurgu Kategorisi kazananı. "Suraye" tarihi olayların yer aldığı sürükleyici bir hikaye. Azerbaycan halkının Sovyet döneminde yaşadıklarının akıcı bir dille anlatıldığı bu kitap okuyucunun dönemle ve halkın yaşamıyla yak...