Suraye: Bakü (26)

952 134 41
                                    

Medyadan Eski Bakü'yle tanışabilirsiniz.

Dar, taş döşenmiş sokaklardan geçtiler. Burası az önce tramvayla yanından geştiği yerlere benzemiyordu.
Tarihi taş evler birbirinin içine geçmiş gibiydi. Dışarıdan taştan insan kalabalığına benziyordu evler.

'Yalnız başına bu sokağa bıraksalar, yolumu bulamam asla' diye düşündü Suraye. Ali Suraye'nin merakla etrafını incelemesine bakarak,
"burası İçerişehir, yani eski Bakü. Şu gördüğün kale duvarları, yani surlar düşmanlardan korunmak için yapılmış. Dün yaptığın ev bu gün uçuyor, yıpranıyor ama bak, bin dört yüz yıldır hala dimdik ayakta şehir. Tarih budur işte. Yazılar kaybolur gider, yapıtlar, eserler kalır."
"Acaba bizden ne kalacak geriye?"
"Ne dedin?"
"Hiç. Sokaklar birbirine benziyor, nasıl buluyorlar kendi sokaklarını?"

"Evinin yerini kör de olsa bulur. Burası o insanların evleri, gözleri değil, yürekleri götürür onları yuvasına." diye cevap verdi Ali.
Suraye Ali'nin bu cevabından duygulanmıştı. Bir evi olmadığı, bir yuvası olmadığı için kendine acıdı.

"Kendi evinin olması güzel bir şey."

"Evet... İster misin seninde bir evin olsun?"

"Bir zamanlar vardı."

Ali bu sözün üzerine küçük bir ahşap kapının önünde durdu, kapıyı açıp Suraye'yi içeri buyur etti.

"Hadi geç içeri, evine hoş geldin."

Suraye duyduklarına şaşırsa da
'yanlış anlamışım' diye kendi kendine telkinde bulunarak içeri geçti. Korka korka, nereye düştüğünü anlamaya çalışarak, evi incelemeye başladı. Gayet düzenliydi ev. Ali;

"kapını içerden kilitle, ben yemek için bir şeyler alıp geliyorum. Sakın kimselere açma kapıyı." diye Suraye'yi tembihleyerek geri döndü.
Yalnız kalınca, evi daha dikkatle incelemeye başladı. Yalnız mı yaşıyor diye etrafına bakındı, köşede koyulmuş ahşap askıya ilişti gözü, bir erkek hırkası asılmıştı.

'Yalnız yaşıyor.' dedi kendi kendine. Bir korku kapladı içini.

'Korkma, korkulacak biri değil' dedi içinden bir ses.
Evi incelemeye devam etti: İki oda, mutfak banyo ve tuvalet. Bir masa, dört sandalye. Eski bir oymalı ahşap dolap. Duvarda asılmış bir kevgirli saat, köşede yazı masası üzerinde kitaplar, kalemdanlık, yanında kitaplık.
Onu kaçırırkenki halini düşünürken,

"burası onun evi olamaz, böyle bir kaba adama ait olamaz bu ev." dedi . Banyoya geçti, elini yüzünü yıkadı, küçük aynada kendine ilişti gözü. Şehrin sokaklarında, tramvayda şehirli hanımlara rastlamıştı. Onlardan bir farkı yoktu başörtüsü ve giyim kuşamı dışında.

"Güzel miyim?" diye sordu kendi kendine.

"Evet güzelim. Onlar gibi giyinirsem, belki daha güzel olurum." dedi uzun örgülerini açıp yeniden örürken.

"Neye yarar bu güzellik.
Ah Kerem, ne açtın başıma. Benim burada ne işim var?" dedi kendi kendine. Kapının sesine kendine geldi Aliydi gelen, elinde bir torba yiyecek vardı.
"Kerem de geldi mi, nerede peki?"

"Bir şeyler yiyelim sonra konuşuruz."
Suraye adama baktı şüpheyle.

"Kimsin sen?"

"Söyleyeceğim. Sabret"
"Sabretten başka söz bilmiyor musun sen?"
Ali hiç bir söz söylemeden mutfağa geçti çay koydu.

"Hadi gel, yardım et. Bir şeyler aldım." Suraye kızgınlıkla çaydanlığı Ali'nin elinden alıp yerine koydu.

"Bir şey söylemeden hiçbir şey yemem.
Neden konuşmuyorsun?" Ali sobayı kapatıp odaya geçti.

"Tamam gel oturalım, sakin sakin konuşalım."
Suraye Ali'nin peşisıra odaya geçti. Ali sandalyelerden birini çekip oturdu. Kıza da işaret edip oturmasını bekledi. Suraye yüzünü Ali'ye dönüp ne diyeceğini bekledi.

"Şey... ben seni çoktan tanıyorum aslında. O zamanlar üniversitede okuyordum. Bir geldim evlenmişsin, ardından geri döndüm, yani buraya, çalışmaya başladım. Sonra duydum ki bir çocuğun olmuş."

"Evet oğlum Polat'ım, şimdi nerede. Sen onu göreyim diye getirmedin mi beni?

Ali Suraye'ye bakmadan konuşmasına devam etti.
"Ardından kocanın kardeşini öldürdüğünü öğrendim. Suraye başını aşağı eğdi, sulanan gözlerini sildi.

"Sonra kaçtığını, sonra tutuklandığını."
Suraye dayanamayıp atladı.

"Hayır kaçtı, kaçabildi. Güney'e geçmiş oğlumu da alıp. Güney'e geçmiş."

"Evet Güney'e geçti, ama sonra geri dönmüş, sebebini bilmiyorum ama geri dönmüş, dönerken de yakalamışlar"

"Nerede şimdi. Beni ona götür."
"Götüremem."

"Nasıl yani? Peki veni neden getirdin buraya, neden kaçırdın?"

Ali sustu. Başını aşağı eğdi. Suraye ayağa kalkıp yakasına yapıştı Ali'nin.
"Kimsin sen? Neden kaçırdın beni?"

"Ben seni kaçırdım, çünkü, çünkü..."

"Evet, ne çünkü? Kocamla buluşturmak için değil miydi?"

"Hayır. Ben onu hiç görmedim."
"Neden aldattın beni?"

"Hayır ben seni aldatmadım. Kocana götüreceğimi söylemedim. Sen söyledin"

"Ben söyledim, sen de sustun. Duygularımla oynadın, alay ettin benimle. Nasıl yaparsın bunu bana. Anne babam ne yapar?"

"Kocana gitseydin ne yaparlardı? Daha kötü olurlardı. Katil herife mi satacaktın anneni babanı?"

"Hayır oğlum için, oğlum için." deyip hönkür hönkür, bütün çareleri tükenmişcesine ağlamaya başladı.
Ali ne yapacağını bilmiyordu. Yakasına yapışmış kızın, dizlerinin üzerine çöküp ağlaması yüreğini sızlatmıştı. Onun yanına çöktü, yüzünü kapatan ellerini açtı, gözlerinin içine baktı.

"Sana söz veriyorum, çocuğunu bulacağım. Söz veriyorum."
Suraye'nin çaresiz gözlerinde umut ışığı parladı.

"Söz veriyorum. Sana yemin ediyorum, onu sana getireceğim."
Göz yaşlarını kollarıyla silen Suraye;
"sana neden inanayım, neden? Kim olarak."

"Seni seviyordum uzun zamandır, şehre gidince, söyledim ya, evlendin. Kaderim sen olacaktın ki başına bunlar geldi. En son düğünde gördüm seni.
O zaman söylediler başından geçenleri, Ben de karar verdim o zaman. Seni yalnız bırakmayacaktım. Karım olacak dedim ne olur olsun. Kaç kez köyüne geldim, dün de fırsatını yakaladım kaçırdım seni"

Suraye ne söyleyeceğini bilmeden susup duruyordu. Göz yaşları kurumuş, kaderine boyun eğmekten başka çaresi kalmamıştı. Yüreği o adama- Ali'ye inan diyordu.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin