Son kurşun (37)

711 108 55
                                    

Ölüm korkusunu yenmiş, başı dik düğüne gider gibi yürüyordu. Şişmiş morarmış gözleri, kırılmış kaburgalarına rağmen düzgün yürümeye çalışıyordu. Artık bir anlamı yoktu ölümden korkmanın, korkunun ecele faydası yok derler ya, öyle. Ölmek - kurtulmaktı onun için, bunun da kararı verilmişti nihayet. Onca işgence, onca eziyet son bulacaktı. Sevinçliydi, gülümsüyordu. Giderken birilerini kendisiyle sürüklemediği için mutluydu. Dayana bildiyi için o itirafı- adı itirafname olan, kendileri yazdığı o kağıdı, imzalamadığı için çok mutluydu.

"Alkışlıyorum kendimi "dedi içinden. Gözünün önüne toplantılarda tutturulan alkışlar geldi. Durmadan gelen gürültülü alkış sesleri, hani alkışı ilk kesenin götürüldüğü, Stalin'in, Mir Cafer Bağırov'un ismi duyulunca tutulan alkışlar var ya o alkışlar.

"Şap, şap, şap, şap" bu seslerin altında geçti koridorları. Önünde, arkasında silahlı birer askerin eşliyinde.
Çelik hapishane kapıları açıldı "tarrak, tarraķ, tak" diye. Büyük paslı bir kilidi

"şak" diye ses çıkararak açtı anahtar. Başka bir karanlık koridora girdiler. Öncekine nazaran daha dardı ve galiba gittikçe aşağı iniyorlardı. Bodrum katının nemi, rutubet kokusu burada daha çok hissediliyordu.

Gece hücreden çıkarılmanın tek bir anlamı vardır- kurtuluş; topu topu üç kurşun- karnına, yüreğine ve son olarak kafasına. Emin olmak içindi her halde son kurşun. İlk kurşunda ölse bile, her üç kurşunun ateşlenmesi önemli. Emirde öyle yazıyor çünkü. Kanun kanundur, yerine getirmek gerek, ďeğil mi? Biz hain miyiz kanunlara karşı gelelim, onlar ne derse odur.

Herkes öldürülenlerin, tutuklananların başına gelenlerde kendisini sorumlu tutuyordu. Kendilerinden bile şüphe ediyordu bazıları. O kurumun gerçekte varolup olmadığını bilmeyenler bile ilk işgence denemesinde sovyet karşıtı kuruma üye olduğunu kabul ediyordu. Ardısıra sorular doğuyordu haliyle. Kurumun diğer üyeleri kimlerdir, başkanı kimdir, plan, program nedir falan, filan. İsimler yazılı listeler konulurdu önlerine.

'Şunlar, şunlar üye imzala' diye.

'Onlar mı? Tanıyor musun?' diye sormazlar tabii. Bunlar bilmem ne karşıtı kurumun üyeleri diye basarsın imzayı geride bıraktıklarını düşünmeden, kendini kurtardığını sanarak. Ardından emlakına el konulacağını, ailenin, etrafındakileri de kendinle beraber yaktığını düşünmeden.

Bunu yapmamanın haklı gururunu yaşıyordu Ali, düşe kalka da olsa kendisi yürümeye çalışarak ölüme götürüldüğü koridorlarda.

On on beş gün önceki günü hatırladı, annesi geldi gözlerinin önüne. Karısının çocuklarının kokusunu getirmişti üzerinde.

Bitti nihayet dediği günlerden biriydi. Artık vazgeçtiler benden diyordu kendi kendine. Kaç gündü dokunmuyorlardı nedense. Darp izleri iyileşmese de acıları hafiflemişti. Diğer hücrelerden gelen bağırtıları duyuyorken,

"beni unuttular her halde" diyordu. Daha sonra bir köşeye çekilmiş, birazdan onu yine gelip alacaklarını, sandalyeye oturtup önce yumuşak bir dille,

"şu kağıdı imzala kurtul" diye aynı listeyi önüne koyacaklarını, ilk gördüğünde en has partililerin, arkadaşlarının isminin neden burada olduğuna anlam veremeyip şaşırdığı o listeyi yine

"hayır " deyip kenara itececeğini, anında da kafasının üzerinde duran iri yarı bir adamın saçından tutup, başını masaya vuracağını hayal ediyordu. Ardından diğeri kollarının, tekmelerinin güç seviyesini ölçer gibi, birbirleriyle yarışır gibi sıra beklemeden, onu yine yerden yere sürükleyecekelerini gözlerinin önüne getiriyordu.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin