Suraye yabancı bir atlının terkinde, yabancı bir yolda gitti bir süre. Yabancı adamın konuşmamasından onu doğru yere- kocasına, çocuğuna götüreceğini düşünerek, hiç bir şey söylemeden sustu yol boyunca. Gidecekleri yere varıncaya kadar da konuşmayacaktı. Şayet anlasalar bu adamın onu kaçırdığını, sorguya çekerlerdi, o zaman bu gencin de, kocasının da başı belaya girer, diye düşündüğünden tek laf etmeden gidecekti nereye götürürse. Adam bir tren garına ulaşınca durdurdu atını. Suraye'nin attan inmesine yardım etti. Daha sonra atı bir direğe bağlayıp,
"gel benimle" diye uyardı. Suraye başörtüsüyle ağzını kapayarak adamın arkasına takıldı. Adam kasadan iki bilet aldıktan sonra önce duvardaki yuvarlak saate, daha sonra cebinden çıkardığı köstekli saatine baktı.
Tren garı insan kaynıyordu. Köylerine yakın olduğundandır her halde, bazılarının suratları tanıdıktı. Hatta bir kaçını tanır gibi olmuş, isimlerini hatırlayamamıştı. Onlar da yanındaki adama selam vererek geçmiş, fazla sohbet etmemişlerdi.
"Seni tanıyan yok buralarda" dedi Suraye. Köyde yaşamıyor musun?"
"Hayır şehirdeyim uzun yıllardı. Yeni geldim."
"Neden? Ne yapıyordun ki orada?"
"Okuyordum önce, şimdi de çalışıyorum. Hayatımı orda kurdum. orada yaşıyorum uzun zamandır."
Suraye adamın şehirde yaşadığını üstelik de okumuş tahsil görmüş biri olduğunu duyunca durdu.
"Ne o, üstümü unlu görüp beni değirmenci mi sandın?"
"Şey...evet okumuş adamın hali başka oluyor diye biliyorum ben""Böyle gerekti"
Suraye adamın halini tavrını düşünmeyi bırakıp, şehirde Kerem'le durumlarının nasıl, ne türlü olabileceğini tahmin etmeye çalıştı. Her halde büyük şehirde insanlar kolay saklanabilirler diye düşündü.
'Kerem beni şehirde bekliyor, oğluma kavuşturacak beni' diye geçirdi içinden.
Adam Suraye'yi bir kenarda oturtup. İstasyon işçilerinden birine yaklaştı. Suraye, el kol hareketlerinden ne söylediğini anlamaya çalışıyor, gözünü ondan çekmiyordu. Adam atı işaret edip bir şeyler dedi, işçi 'tamam' anlamında başını salllayınca, el tutuşup yanından ayrıldı, ardından önünde kova olan adama, galiba birşeyler satıyordu, yaklaştı. Ona da ne ise dedi. Yaşlı adam gençin ona uzattığı parayı alıp önündeki kovanın ağzındaki sofrayı kaldırdı. İki kağıt külaha birer bardak bir şey döküp ağzını kapattı. Adam teşekkür edip Suraye'nin yanına geldi. Elindeki külahlardan birini ona uzatıp.
"Al ye, acıkmışsındır."
Suraye ne olduğunu sormadan külahın ağzını açtı."Haşlanmış nohut, çok severim" dedi gülümseyerek.
"Afiyet olsun o zaman" diye karşılık verdi genç adam tebessümle.
Gece olmasına rağmen hava hala sıcaktı. Sivrisinekler insan kitlesinden memnun yazın keyfini çıkarıyorlardı. Yakında bir su arkı geçtiğinden olsa gerek, köye rağmen daha fazlaydı burada sivisinekler.
Bir eliyle nohutları ağzına atarken, diğer eliyle de üzüne gözüne konan sivrisinekleri kovalamakla meşgulken, adam heybesinden bir su kabı çıkarıp kıza uzattı. Suraye tuzlu nohutu yiyip daha da susamıştı. Suyu görünce gözleri parladı. İtiraz etmeden suyu alıp kafasına çekti. Yudumlarının sesini kendi de duyunca utancından kızardı.
"Afedersin sana da kalsın." deyip kabı ona uzattı.
"İç iç, ben çeşmeden içerim."
"Teşekkür ederim, doydum ben."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURAYE (Tamamlandı)
Tiểu Thuyết ChungSuraye Wattys 2020 Tarihi Kurgu Kategorisi kazananı. "Suraye" tarihi olayların yer aldığı sürükleyici bir hikaye. Azerbaycan halkının Sovyet döneminde yaşadıklarının akıcı bir dille anlatıldığı bu kitap okuyucunun dönemle ve halkın yaşamıyla yak...