39. Elma Şekeri

202 24 23
                                    

Elinde tuttuğu kitaba bir türlü aklını veremiyordu.  Aynı sayfayı 5. kez dönmesine rağmen hâlâ bir cümlesini bile anlamamıştı. Aklı Ela'nın söylediği şeyde takılı kalmıştı. Kuzeninin tüm olanlara rağmen nasıl Deniz'i sevebildiğini idrak etmekte zorlanıyordu. Sana acıdan başka bir şey vermeyeceğini bildiğin birine kalbinin kapılarını açmak ancak delilik olabilirdi.

Kafasını kaldırıp camdan dışarı baktı. Rüzgar ağacın dallarının cama çarpmasına sebep oluyordu. Gözlerini yavaşça kırparak bu görüntüyle gülümsedi. Doğanın içinden olan her şey ona huzur verirdi. Ama sonra  neden bu huzurlu anında yine o gelmişti aklına. Belki de Ela gibi çoktan delirmişti. Fakat genç kız bu deliliğini herkesten saklamaya kararlıydı. Ona göre deliliğinin tedavisi de hislerinden kaçmaktı. Asya'ya aşk için tüm dünyayı karşına almasını söyleyen kız sıra kendine gelince tam bir korkak kesilmişti. Asya'nın cesaretinin yarısının bile kendisinde olmadığını düşünmüştü fakat varsın olmasındı. Çok sevmek zarardı, bunu Asya'da görmüştü. Canından çok sevdiği kuzeni ne yazık ki sandığı gibi bir insan çıkmamıştı. Onunla ne zaman Asya hakkında konuşmak istese Ulaş cümleleri kızın ağzına tıkıyordu. Onu hâlâ sevdiğini biliyordu, Ulaş'ın yakınındaki herkes gibi bunun farkındaydı. Olan olmuştu ve bundan sonra yapılacak hiçbir şey öleni geri getirmeyecekti. O zaman niye kaçıyordu Asya'dan? Ulaş'ın iddia ettiği gibi geride kalanlar için mi? Öykü buna hiçbir zaman inanmamıştı. Belki de gerçekten Ulaş'ta göründüğünün aksine kendisi gibi cesaretsizdi.

Artık Ulaş'ı suçlamaktan vazgeçmişti çünkü o da Ulaş'ın seçtiği yolu seçmişti. Savaşmadan geri çekilmişti.

Bahçeye giren arabayı fark edince aklındaki tüm düşünceler dağılmıştı. Niye gelmişti? Gelmemeliydi, öylesi daha kolay olurdu Öykü için. Aslında ondan kaçmak bile büyük bir savaştı. Öykü her an bu savaşta yenilgiye uğramaya hazır hissediyordu.

Arabadan inen adam kafasını kaldırıp kızın odasının camına baktı. Göz göze  geldiklerinde iki gencinde kalplerine sıcak ve tatlı bir his aktı. Barış kıza hafifçe gülümsedi. Öykü bu gülümsemeyle kaşlarını çatmıştı, bir gülüş kalbini böyle hızlı atmasına sebep olmamalıydı. Ama elden ne gelirdi,  gülümsemenin başka kimseye böylesine yakıştığını görmemişti. Sert çehresi anında küçük bir çocuğun ki kadar sevecen bir hâl alıyor lacivertimsi gözleri kısılarak rengini gizliyordu.

Camdan hızla geri çekildi Öykü. Elini kalbinin üstüne koyup derin bir nefes üfledi dışarı. Sırf onu görmek istemediği için biraz olsun toparlandığında Türkiye'ye, evine geri dönmüştü. Çok dahi olmamıştı döneli, 4 güncük. Hangi ara Barış'ta arkasından gelmişti bilmiyordu. Rusya'dan ayrılacağını dahi söylememişti ona.

Kapının sesiyle gerildi. Daha o cevap vermeden  Alev Hanın içeriye girmişti.

"Barış geldi. Senin için dönmüş." dedi. Son cümleyi sadece dudaklarını kıpırdatarak söylemişti.

Öykü bir şeyi daha anlamıştı, gözleri neşeyle parlayan annesi asla değişmeyecekti. Belli ki sevgili annesi için tek damat adayı Barış'tı. Belkide günün birinde Levent'i kabul eder diye korkuyordu annesi.

"Buyur oğlum." dedi Alev Hanım Öykü'ye bir şey demesine fırsat vermeden.

"Müsait Öykü."

İçinden annesine göz devirmek gelse de yapmadı, annesi bu hareketinden nefret ederdi. Ama içinde bir öfke vardı, kime yönelikti bu öfke onu bile bilmiyordu. Kaçsa bile kurtulamadığı Barış'a mı, onu odasına rahatça sokan annesine mi yoksa hala Barış'ı unutmasına izin vermeyen kalbine mi? Oysa saçmalıktı Barış'ı unutamamak. Defalarca hadsizce kalbini kıran bir adama kendisini kaptıracak kadar aptal olamazdı, olmamalıydı.

ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin