Buz gibi olan bedenimin cayır cayır yanmasına sebep olan bakışların esaretinden kendimi uzaklaştırabilmiştim. Ona bana öyle bakmamasını söylemiştim ama vaz geçmiyordu tuhaf bakmaktan. Şarkının nedendir bilinmez kalbimde açtığı
derin yaralara tuz sürüyordu sanki bakışları."Sesin güzelmiş,sevdim." dedim kendimin bile zor duymuş olduğum sesim ile.
Cevap vermedi, hafif bir tebessüm etti sadece.
Oda tekrar derin sessizliğine kavuşmuştu. Ben sessizliği hep sevmiştim, birde karanlığı. Şimdi günlerdir bana ızdırap çektiren aydınlık yüzünden karanlık özlemi ile tutuşuyordum. Aydınlıkta uyumaya vücudum hala alışamamıştı. Ama sessizlik artık istemediğim bir şeydi. Kuşların, denizin, rüzgarın, piyanomun, hatta kalabalığın.. Bütün bu seslerin özlemi içimde yer etmeye başlamıştı. Tuhaf bir şekilde ise en çokta, hep kaçmış olduğum şeyin özlemini duyuyordum. Bir insan ile konuşmak.. Oysa ben çok az insanlar ile konuşurdum. Sadece zorunda kaldığımda. Hep sessizliğe sığınırdım. Şimdi sessizlik beynimi tüketen bir tümöre dönüşmüştü.
Ulaş'ın sesini duymak ise beklenmedik şekilde hoşuma gitmeye başlamıştı.
Şu uzun müddet içinde hayallerime tutunarak zaman geçirmiştim ama artık bıkmıştım hayal kurmaktan. İçimden bilmem kaç kere bir milyona kadar saymıştım ama artık yetmiyordu bunlar bana. Bıkmıştım kendimden ve iç sesim bana dost olmak yerine düşman olmayı seçip beni delirtmeye çalışıyordu.
Artık inanmıştım ruhumuda hapsettiklerine.Başarmışlardı, yenilmiştim.. Kafesin içindeydi artık ruhum ve ben ilk önce bedenimin mi yoksa ruhumun mu bu oyundan vazgeçeceğini bilmiyordum.
Aradan çok uzun zaman geçmişti ve Ulaş bana tek kelime etmiyordu. Bunun sebebini çok iyi biliyordum. Ben ondan benimle konuşmamasını istemiştim, ama artık gömülü olduğum bu sessizliğe dayanamıyordum.
Akıp giden zamanın ne kadar uzun olduğunu buraya geldiğim gün kısacık olan el tırnaklarımın hiç olmadığı kadar uzun olmasından anlamıştım.
Bizden zaman kavramını bile çalmıştı pislik.
Ulaş'ın da kendisine bu derece yakıştığına şaşırdığım sakalları çıkmıştı.
Muhtemelen günde iki kere yemek yiyorduk. Günün şuan hangi saatinde olduğundan bile haberim yoktu. Erişemeyeceğimiz kadar yüksekte bir havalandırma vardı. Hayatta kalmamız için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bizi psikolojik olarak bitirmeye çalışmaları çok acımasızcaydı. Belkide en büyük acımasızlığı Ulaş ve ben birbirimize sessizliğin delirtici tınısını tattırırken yapıyorduk.
O gün geçmişim ile yüzleşirken unutmuştum gururumu ama şimdi görüyordum ki gururum sessizliği yok etmeye izin vermiyordu. İşin acı tarafı ise Ulaş'ın benden yana kalır tarafının olmamasıydı.
Gururundan vazgeçmektense delirmeyi tercih edeceğe benziyordu.
Ama ben başta istemediğim sesine muhtaç kalmıştım.
"Ulaş." dedim bir ilke daha adım atıp gururumu çiğneyerek.
Aramızdaki sessizlik oyununun mağlubu ben olmuştum ama bu şu raddede umursayacağım bir şey değildi.
Sırtı bana dönük olarak yatıyordu ve sesim ile bana döndü.
Hafif bir tebessüm vardı dudaklarında. Yanakları iyice içe çökmüştü ve kaslı bedeni artık zayıf bir vücuda dönüşmüştü ama bu hali bile ona kimseye yakışmayacak kadar çok yakışıyordu. Yakışıklılığından bir şey kaybetmemesi bana haksızlık gibi gelmişti çünkü camdaki yansımamdan bir deri bir kemik kalmanın beni nasıl çirkinleştirdiğini görmüştüm. Arada o uyurken gizlice yakışıklı yüzünü izliyordum ve bu yaptığım kendimi suçlu hissetmeme sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ
RomansaBir aşk en fazla ne kadar imkansız olabilirdi? Bütün çıkmaz yollara rağmen birbirleri ile buluşan kalplerin hikayesi. ☆ Tek bir hata! Bir yanlış aynı anda iki düşmanı zindana sürüklerken hayatlarının dönüm noktasını...