I

16 0 0
                                    

Hava birden kararmış, ardından aniden bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlamıştı. Öğlenin ortasında her yer siyah ve gri renklere bürünmüştü. Yağmura yakalanan insanlar, devasa boyutta olan Yeni Cami'nin saçaklarına doğru koştururken, adeta siyah birer gölge gibi hareket ediyorlardı.

Betonun ve teknolojik yaşamın şehir hayatına hâkim olmadığı yıllarda; toprak kokusu, yaz yağmurundan sakınan insanlara bir başka haz verirdi. O zamanlar, ahali için yağmur demek; bereket demek, ürün demek, mutluluk demekti. Oysa son 50 yıldır İstanbul'da yaşayan halk için yağmur demek; bodrum katları su basması, trafikte saatlerce beklemek demekti.

Yüzlerce insanın sel gibi aktığı Mısır Çarşısı, Eminönü Yeni Cami arkasında, Çiçekçi Pazarı'nın yanındadır. Burası İstanbul'un en eski çarşılarından biridir. Dünyanın çeşitli bölgelerinden getirtilmiş nadide baharatlar, aktar dükkânlarında çiçek tozları, kabuk ve köklerle donatılmıştır. Bu dükkânlardan yayılan baharat kokuları, mağaza ve kuyumcu dükkânlarının ışıltılı vitrinleri ile tam bir uyum içinde, çarşıya ayrı bir egzotik hava verir. Mahmutpaşa Çarşısı, Süleymaniye ve Kapalıçarşı tarafında bulunan yüzlerce dükkân ve mağazalardan alışveriş yapan İstanbul ahalisi, bu yabancıl havayı solumak ve aynı anda da evlerine bir an önce ulaşmak için Mısır Çarşısı'na uğramadan edemezlerdi. Normal zamanlarda, yürümekte dahi zorlanılacak kadar kalabalık olan çarşı, dışarıda yağan yağmurdan kaçanlara sığınak olmuş ve daha da bir kalabalıklaşmıştı.

Nitekim o gün de, Mahmutpaşa dükkanlarında saatler süren alışveriş telaşından sonra, evlerine dönmek için Eminönü Meydanı'na doğru yönelen ana kız, yolda yağmura yakalandıklarından Mısır Çarşısı'na kendilerini zor atmışlardı. Balık Pazarı kapısından içeri girdiklerinde, kendileri gibi yağmurdan korunmak için yüzlerce insanın da çarşıyı tıka basa doldurduğunu gördüler. Baharat kokularının, ter ve parfüm kokularıyla harmanlandığı çarşının ağır havasına aldırmadan, ellerindeki poşetlerle önlerindeki kalabalığı ite kaka yarmak suretiyle Yeni Cami tarafında bulunan kapıya kadar geldiler. Saçak altında biraz soluklandıktan sonra yağmurun biraz olsun dinmesini beklerken, kalabalıktan kopan birkaç kişinin ilerideki alt geçide doğru siyah gölgeler gibi koşuşturduğunu izlediler.

O sırada, Haliç'in sakin suları hırçınlaşmış, yolcu teknelerini fındık kabuğunu sallar gibi sallıyordu. Sicim gibi yağan yağmurun betona ve asfalta vurmasıyla oluşan sese, klakson sesleri karışıyor, yaşanan kargaşa insanların evlerine bir an önce gitme telaşını daha da arttırıyordu. Her zaman meydanda bulunan güvercinler ile denize atılan bir simit parçasının peşinden çığlık çığlığa giden martılar dahi, sanki olacakları hissetmiş gibi, ortadan kaybolmuştu.

Havanın kasvetli halinden bunalan anne, alışveriş yorgunluğunun getirdiği bıkkınlıkla:

"Kızım! Gel şurada bir taksi var!" diyerek, trafiğin ağır ağır aktığı caddedeki arabaların arasına atıldı, boş zannettiği ilk taksinin dolu olduğunu görünce de, hemen arkasından gelen taksiye baktı; şans yüzüne gülmüştü. Yolcusunu yeni indiren taksi şoförü de kendisini görmüşü. Taksinin yaklaşmasını sabırsızlıkla bekledi. Nitekim birkaç saniye sonra taksi gelip önünde durduğunda, arka kapısını açarak, elindeki poşetleri aceleyle koltuğa attı. Annesinin taksiye bindiğini gören kızı da, elindeki poşetlerle koşar adım yetişti. Biner binmez de, derin bir "Oh!" çekti. Bir anda taksinin içini yağmur kokusuyla karışık bir parfüm kokusu sardı.

Genç kız, kucağındaki poşetleri ayağının dibine bıraktığında, taksinin içine şöyle bir göz gezdirdi. Sarı, sıradan taksilerden biriydi. Şoför; yaklaşık 40 yaşlarında, oldukça temiz yüzlü, siyah gözlü, uzun siyah saçlı, keçi sakalı ile dikkat çekecek ölçüde yakışıklı birisiydi. Sadece önündeki yola ve trafiğe bakıyordu. Gözünü yoldan ayırmadan:

POTANSİYELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin