XXXIV

1 0 0
                                    

Adnan saatlerdir bilgisayar masasında oyun oynuyordu. Bilgisayar ekranının içindeymiş gibi oyuna kendisini kaptırmıştı. Öyle ki, artık gözleri bilgisayardaki oyunun hızını takip edemez hale gelmişti. Yine de oyunu bırakmak ve dinlenmek ihtiyacı duymuyordu. Hep oyundaki rakiplerini vurmak, vurmak ve yine vurmak istiyordu. Bu yüzden bilgisayardaki karakteri ile sürekli rakiplere ateş ediyor, bıçaklıyor ya da yumrukla onları saf dışı bırakıyordu. Puanlar hanesine yazıldıkça da, daha çok oyunda kalıp ateş etmek, vurmaya kırmaya devam etmek istiyordu. Sanki kısır bir döngünün içine girmişti, bunun da farkındaydı ama yine de bu döngünün dışına çıkmak istemiyor gibi davranıyordu. Bu kadar oyuna kendisini kaptırmasına rağmen yine de etrafının soğuduğunu fark etti. Bu soğukluğun görülmeyen efendisinden kaynaklandığını biliyordu. Hemen anında elindeki farenin sol tuşuna basarak bilgisayar oyununu durdurdu. Oturduğu masadan kalkmadan etrafına bakınmak suretiyle "Ölüm meleği"ni görmeye çalıştı. Önce sağına baktı, göremeyince bu kez soluna bakarken tam arkasında beliren efendisinin sesini duydu:

"Saatlerdir çocuklar gibi oyun oynuyorsun," diyordu. Hızla yerinden kalkarak "Ölüm meleği"ni karşısına aldı. Adeta emir eri gibi hazır ola geçmişti.

"Ölüm meleği",

"Sen burada oyun oynarken, onlar eyleme geçmek üzereler," dedi.

Efendisi karşısında, suç işlemiş çocukların despot babaları karşısında durduğu gibi, ürkerek

"Ben sadece düşünmek istemediğimden oyun oynuyordum," diye kendisini savunmaya çalıştı.

Karşısında gördüğü karanlık gölge bir cevap vermediğinden, tekrar ezik bir ses tonuyla,

"Eğer oyun oynamazsam bu sefer aklıma bin bir düşünce hücum ediyor. Beni deli edecek bir sürü soru. Hangi düşüncenin, hangi sorunun peşine takılacağımı bilemiyorum. Neden buradayım? Neden herkes gibi bir hayatım yok? Daha ne kadar burada kalacağım? Acılarım ne zaman sona erecek? Hep bilmek istiyorum. Cevap bulamıyorum. Cevap bulamadığımdan dolayı da hep oyun oynuyorum. Oyun oynadığımda ise aklıma hiç soru gelmiyor. Kimse benden bir şey istemiyor. Kimseyi özlemiyorum. Kimse bana karışmıyor," dedi. Karşısındaki karanlık gölgenin sesi bu kez daha ürkücü ve derinden gelerek,

"Aklını bilgisayar oyunlarıyla esrar içer gibi uyuşturman, hatta kendini oyunlara hapsetmen ve yaşamdan soyutlaman bana olan sorumluluklarını ortadan kaldıramaz. Bana sadece seni cezalandırmam için bahane vermiş olursun."

"Ölüm meleği"ne içinde bulunduğu durumu anlatmanın boşuna olduğunu sezen Adnan, teslim olduğunu tek cümlede anlatarak,

"Anladım efendim. Oyun yok!" dedi.

Adnan'ın kendisini savunmaktan vazgeçtiğini görmüş olan "Ölüm meleği",

"Senin zamanın geldi. Bu günden sonra Azmi, Cengiz ve Mustafa'nın yanında olmaya bak. Onlara çok dikkat et. Senin tahmin ettiğinden daha fazla sorun çıkarabilirler. Bu arada gözünü ve dikkatini Caner'den ayırma," dedi.

Biraz önceki yediği fırçanın etkisini üzerinden çabuk atan Adnan, ancak kendisinin duyacağı şekilde yılan tıslaması gibi fısıldarken, kolunda ekli vaziyette olan bıçağı eliyle yokladı ve

"Hepsini infaz edeyim mi?" diye sordu.

"Ölüm meleği" derin bir kuyudan seslenir gibi bir ses tonuyla,

"Onun da zamanı gelecek. Ama şimdi değil. Şunu bil, senin zamanın yaklaşırken onların her anını takip etmen gerekiyor. Kurulmuş bir zemberek gibi davran. Ben haber verinceye kadar da bekle. Merak etme, o an geldiğinde seni serbest bırakacağım. Mahşerin efendisi olacaksın," dedi. Sonra da daha önceki zamanlarda yaptığı gibi bir dumanın dağılması gibi dağılarak gözden kayboldu.

Efendisinin söylediği son sözler, Adnan'ın zihninde asılı kalmıştı. "Demek efendisi kendisine güveniyordu. Her şeyden önce bu sıkıntılı zor günler sona erecekti. Artık hapsolduğu bu daireden dışarı çıkacak ve özgür olacaktı. Ne muhteşem!" diye düşündü. İçini kaplayan sevinç dalgasını hissederken, hemen arkasındaki bilgisayara dönerek oyunu kapattı. Tam bu sırada bilgisayarın hemen yanında duran cep telefonunun çaldığını gördü. Arayan Cengiz'di.

Cengiz'in aradığını gören Adnan hemen telefonu açtı.

"Buyurun efendim."

Telefonun diğer ucundaki Cengiz,

"Adnan, hemen toplantı salonuna gel."

"Neden efendim. Bir şey mi var?"

"Sana gelmeni söyledim! Soru sormanı değil! 10 dakika sonra toplantı salonunda ol!"

"Tamam efendim. Geliyorum," dedikten sonra, toplantı salonunun nerede olduğunu bilmediği aklına geldi.

"Toplantı salonu nerede efendim?

Cengiz,

"Alt katında 2 numaralı salon var. Oraya gel," diye tarif ettikten sonra telefon kapandı.

Adnan, "Ölüm meleği"nin yaptığı konuşmanın hemen arakasından, Cengiz'in toplantı odasına çağırmasını anlamlı bulmuştu. Bir yandan otomatik makine gibi kolundaki bıçak düzeneğini kontrol ederken bir yandan da "Sanırım efendimin söylediği anlar yaklaştı. Bu dakikadan sonra bana durmak yok. Oyalanmak yok. İşime odaklanıp, hepsinin işini bitmem gerekiyor. Kimse beni yeğenimle tehdit edemez," diye düşündü. Bilgisayarını kapattıktan sonra hemen yanında bulunan elbise dolabından lacivert ceketini giydi. Dolabın kapağındaki aynada kendisine baktı. Yüzünde kararlı bir adamın ifadesi vardı. Suratı sert, kaşları çatılmıştı. Omuzuna kadar gelen uzun saçlarının dağılmış olduğunu görünce iki elinin parmaklarını bir tarak gibi kullanarak saçlarını düzeltti. Bir kez daha aynadaki sıfatına bakarken, kendi siyah gözlerine, gözünü dikti. O anda da "Ölüm meleği"nin kendisine söylediği "Mahşer Zamanının" yaklaştığını hissetti. . . "Tamam, şimdi iş zamanı," diye söylendi. 

POTANSİYELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin