XV

2 0 0
                                    

Şafak vaktine az bir süre kala, Kayseri'ye arabayla bir saat mesafede, bir özel otomobil otoyol kenarında durdu. Arabadan inen araç şoförü, Caner'den başkası değildi. Elinde bulunan iki adet plakayı, sürücüsü olduğu arabanın önüne ve arkasına taktı. Eski plakaları arabanın bagajına koyduktan sonra, tekrar şoför mahalline oturduğunda "Azmi'nin dosyalarında gördüğüm Avşar benzin istasyonu az ileride. Bakalım neler bulacağız," diye mırıldandı.

Nitekim gün ışır ışımaz, ilk bakışta terk edilmiş gibi duran Avşar Benzin İstasyonu'na girip, benzin pompasına yanaştığında, istasyon görevlisi pompacı, koşarak Caner'in yanına geldi...

Caner,

"Benzin alacaktım!"

"Kusura kalmayın efendim. İstasyonumuz kapalı!"

"Peki, o zaman. Lavabonuzu kullanabilir miyim?"

"Dışarıdan kimseyi alamıyoruz. Az ileride bir başka benzin istasyonu var. İsterseniz ihtiyaçlarınızı orada karşılayabilirsiniz."

"Teşekkür ederim."

Caner, hiç de benzinlikte çalışan bir adama benzemeyen, 30 yaşlarında uzun boylu ve düzgün giyimli görevlinin kendisini kibarca kovmasına aldırmadı. Etrafına bakındığında benzin istasyonunun park bölümünde, dorseleri takılı 3 TIR ile siyah makam otomobili tarzında 2 arabanında park halinde olduğunu ve araçların başında iki adamın sohbet ettiğini gördü. Ayrıca istasyonun dinlenme tesisinin kapısında, iki metre boyundaki esmer adamın meraklı bakışlarla kendisini izlediğini görünce içinden; "tamam burası" diye düşündü. İstasyondan ayrıldıktan, yaklaşık bir kilometre sonra durdu. Yan koltukta bulunan Laptop bilgisayarını açtı. "İyi ki arabanın plakasını değiştirdim. İstasyonun her yerinde gizli kamera vardı. Arabanın plakasından beni kolayca bulabilirlerdi," diye düşündü. Elinde laptopun internetini kullanarak, 3 TIR ile iki makam aracı gibi olan korumaların kullandığı araçların fabrika kontrol şifrelerini kırdı. Sonra da araçların hareket edeceği ana kadar beklemeye karar verdi. Koltuğunu yatar vaziyete getirerek, tam 36 saat bekledi. Nitekim konvoyun harekete geçtiğini, elindeki laptop bilgisayardan öğrendikten sonra, arabasının motorunu çalıştırıp peşlerine düştü.

Çok geçmeden de konvoyu Sivas-Kayseri otoyolunda yakaladı da. En yakın yerleşim yeri ile benzin istasyonunun kilometrelerce uzakta olduğu, 3 şeritli otobanda yol alırken, önündeki ve

arakasındaki güvenlikçilerin bulunduğu araçların da uydudan görüntülü olarak takip edildiğinden emindi.

Otoyolda, konvoyu bir müddet takip ettikten sonra, harekete geçmeye karar verdi. Sol eliyle direksiyonu tutarken, diğer eliyle de laptop bilgisayarda daha önce ayarlamış olduğu programları harekete geçirdi. Sağ elinin parmakları laptopun üzerinde, gözle takibi imkânsız şekilde hızlı hareket ettiriyordu. Laptop ekranında peş peşe açılıp kapanan dosyalarda yaptığı işlemler yalnızca birkaç dakika sürdü. Sonunda, önünde giden konvoya ve yola son kez kontrol amaçlı baktı. Ağzından "şimdi!" sözcüğünün dökülmesiyle, laptoptaki en son açılan dosyadaki programa son komutu verdi. Laptopun "Enter" tuşuna dokunmasıyla da, iki güvenlik aracı ile iki TIR'ın motorları yavaşlayarak stop etti.

Araçlardaki adamlar ne olduğunu anlamaya çalışırken, birden hava yastıkları açıldı. Zırhlı ve kurşun geçirmez araçların kapılarının da kitlenmiş olduğunu, ancak kapıları açmaya çalışmalarına rağmen, bir türlü açamadıklarında anlamışlardı.

Konvoyda en öndeki koruma aracı yavaşlayarak durduğunda ise, onu takip eden ilk TIR, az kalsın ona çarpıyordu. TIR şoförü son saniyede yaptığı manevra ile çarpmaktan kurtulmuştu. Ama bu sefer de kullandığı TIR'ı durduramıyordu. Frenleri boşalmış gibi gittikçe artan süratle yol alıyordu. TIR'ın şoförü, altındaki TIR'ı kontrol edemeyeceğini, kontrolün bir başkasında olduğunu idrak ettiğinde, son çare olarak önce vites küçülterek aracın süratini düşürmeyi denedi. Ancak yapamadı. Bu sefer el frenini çekti, yine sonuç alamadı.

Araç tamamen dışarıdan kontrol ediliyordu.

Caner, yalnızca iki dakika içinde, konvoyun İki TIR'ını ve 2 koruma aracını ekarte edip durdurmuş, öndeki TIR'ında kontrolünü ele geçirmişti. TIR'lardan ikisinin de motorları stop edip durduğunda, öndeki TIR ile arkadaki koruma araçları arasındaki mesafe neredeyse iki kilometreyi bulmuştu. En öndeki TIR ise bir müddet daha gittikten sonra durabildi. Durduğunda ise arkadaki TIR'larla mesafesi 4 kilometreye ulaşmıştı. Konvoydaki diğer araçlarda da olduğu gibi en öndeki TIR'ın şoför mahallinin kapısı kilitli ve hava yastıkları da açılmış olduğundan, şoför ve koruması TIR'dan aşağı inip neler olduğunu öğrenememişti. Kurşun geçirmez camı kırmaya çalışmışlarsa da çabaları boşa çıkmıştı. Çaresiz, şoför mahallinde olacakları beklerken, hemen arkasında bulunan arabadaki Caner ise, kafasına siyah kar maskesi takılı vaziyette elinde

baba yadigârı silahı alıp arabasından indi. TIR'ın dorsesinin kapısını açar açmaz kapıda, vücudunun her yerini kapatan beyaz muşambaya benzer bir giysi giyen 50 yaşlarındaki adamı gördü. Üzerindeki kıyafeti ve davranışlarından sağlık görevlisi olduğu anlaşılıyordu.

Adam karşısında kar maskeli Caner'i görünce, onu görevlilerden biri sanıp:

"Neler oluyor?" diye sordu.

Caner silahla adama asfaltı işaret edip; "Aşağı atla!" dedi. Adam istemeye istemeye komuta uyarak, araçtan aşağı atladı. Adamın hâlâ meraklı bakışlarla kendisine baktığını görünce de:

"Yaşamak istiyorsan, buraya doğru gelen arkadaki TIR'lara doğru koş," diye emretti.

Adam; itiraz edecek gibi olduysa da, Caner silahını havaya doğru yöneltip ateşleyip tekrar adama doğrultunca, silahın sesi adamın tüm mücadele azmini yok etmişti. Yüreğini ölüm korkusu sardı. Hiç zaman kaybetmeden arkadaki diğer TIR'lara doğru koşarak uzaklaştı. Adamın arkasına bakmadan uzaklaştığını bir müddet izleyen Caner, yakın bir tehlike teşkil etmeyeceğine karar verdikten sonra, dorsenin içine girdi. Dorsenin içinde para veya kaçak mallara rastlamayı umarken, altlı üstlü yan yana dizilmiş ranzalarda yarı baygın vaziyette kadınlı erkekli hastaları görünce oldukça şaşırdı. Hastaların hepsinde hava maskesi bulunuyordu. Ranzadaki yatanlara yakından bakıp elini kolunu ve yüzünü kontrol ettiğinde, hemen hepsinde yanık ve oldukça büyümüş sivilcelere rastladı. "Bunlara ne olmuş?" diye düşündü. Kendi kendine sorduğu sorunun cevabını bulmak için etrafına bakındığında, hemen yanı başında çalışır vaziyetteki masa bilgisayarını gördü. Aradığı cevabın, az önce diğer arabalara doğru koşan adamın kullanmış olabileceği bu bilgisayarda olduğunu tahmin etti. Her tarafında bulunan, acılar içinde kıvranan hastaların şaşkın bakışlarına aldırış etmeksizin masa üstü bilgisayarın başına oturdu.

Bilgisayarın bir başka bilgisayar ağına dâhil çalıştığını fark eder etmez de, ekran üstündeki tek dosyayı olduğu gibi flaş belleğine aktardı. "Numune diye bahsettikleri, meğerse hasta insanlarmış, bu insanları ne yapacaklar?" diye düşünürken gözü, masanın yanında bulunan gri metalik renkli Bond çantası büyüklüğündeki ilaç kutularına takıldı. "Bunların hastalığı neyse çok önemli olmalı," dedi. Özel olarak yapılmış ilaç çantasına benzeyen kutulardan birini alıp, dorseden indi.

Konvoy araçlarını kontrolden çıkarmasıyla, arabasını çalıştırıp tekrar yola koyulması arasında topu topu 5 dakika bile geçmemişti. Arabayı otobanda sürerken bütün tehlikenin geride

kaldığını düşündü. Rahatlamıştı. Kontrol amaçlı, dikiz aynasından gittikçe uzaklaştığı TIR'a şöylesine bir göz attı. Bir panelvan aracın TIR'ın yanında durduğunu, içinden adamların çıktığını görünce "Ne çabuk yetiştiler!" diye kendi kendine mırıldandı.

Arabasının gazına iyice yüklenip az ötedeki kasabanın sokaklarında gözden kaybolurken, burnunun kanadığını fark etti. 

POTANSİYELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin