XI

3 0 0
                                    

Bilim adamlarına göre; 4,5 milyar yaşında olan dünyamıza, dinozorlar 150 milyon yıl hükmetmiş. 65 milyon önce de çoğunun soyu tükendiğinden, dünya üzerindeki ekolojik etkinliklerini kaybetmişler. Yani bazı filimler de gösterildiği gibi insanla dinozorlar asla aynı zamanda dünya sahnesinde birlikte yer almamış. Koca koca dev yaratıklar olan dinozorlar, dünya sahnesinden silindikten, ekolojik sisteme doğrudan doğruya hiçbir etkisi kalmadıktan, yani 65 milyon yıl geçtikten sonra, insansı canlılar ancak ortaya çıkabilmiş!

İnsanın akılcılığı, alet ve edevatlarıyla dünya sahnesine çıkması ise 20.000 yılı geçmiyor.

Sabahtan akşama kadar televizyonda izlediğimiz, üzerine sürekli tartışmalar yapılan, milyonlarca insanın acı çekmesine neden olan tarihi olaylar ise; insanlık tarihinde sadece 2.000 yılık bir geçmişe dayanmaktadır.

Diğer yandan; insanlık bu kısa zaman dilimi içerisinde daha önce hiçbir canlının yapamadığı bir etkinlikte bulunarak, yalnızca geçen 100 yıl içinde dünyanın ekolojik ve fiziki coğrafyasını değiştirmiştir. Öyle ki; milyonlarca yılda değişebilecek tabiat, birkaç yıl içinde değişmiş. Dağları ovaya çevirmiş. Çöllerde ormanlar yeşertmiştir. Karasal iklim olan yerler ılıman, ılıman olan yerler karasal olmuştur.

Örneğin; milyonlarca yıl boyunca karasal ikimin hüküm sürüdüğü Orta Anadolu bozkırlarında, kışları metrelerce kar yağıyorken, baraj gölleri nedeniyle, bölge ılıman iklime dönüşmüş ve kar yağışlarının santimlerle ölçülecek kadar azalmasına neden olmuştur.

İşte; insan zekâsının en büyük eserlerinden biri olan Atatürk Baraj Gölü de, Anadolu bozkırının ortasında, susuz kalan bu topraklara can vermiş, bozkırın ortasında adeta bir serap gibi yer almıştır. Alican; bu baraj gölünün etrafında, insanın huzur bulup dinlendiği kafelerden biri olan "Saklı Bahçe" deydi.

Alican; ağustos güneşinin altında, yeşil-mavi ton rengiyle, bardaktaki su kadar durgun ve duru olan Atatürk Baraj Gölü'ne bakıp, "Ne kadar sesiz ve durgun," diye düşündü. Sonra da kafenin içine göz attı. Öğle vakti olmasına rağmen, kimseler ortalıkta görünmüyordu. Samsat'taki Ziya Amcasını ziyarete gelmişti ama ortada ne Ziya Amcası, ne de kuzenleri Baran ile Naif vardı. Aniden yerin altından uğultular gelmeye ve gittikçe artan oranda yer sarsılmaya başlayınca "Deprem oluyor!" diye korku içinde kendi kendine söylendi. Beşik gibi sallanan yerin

sarsıntısının şiddetinden, iki adım dahi gidememişti. Olduğu yerde çakılıp kaldı. Kaçarak depremden kurtulamayacağını anladığından, çaresizce sarsıntının durmasını beklemeye başladı. O sırada yanındaki çardak büyük bir gürültüyle çöktü. Birkaç saniye sonra da, diğer çardaklarla birlikte ana bina yıkıldı.

Binanın ve çardakların ağaç parçalarının etrafa dağılırken çıkardığı toz, duman ve gürültünün aynı anda yerin altından gelen homurtulu deprem sesine karışmasıyla, etraf cehennemi bir havaya büründü. Her şeyin bir anda dağılıp gideceğini düşündü Alican. Tekrar kaçmak istediyse de, yer sarsıntının şiddetinden yine bir adım dahi gidemedi. 30 saniye süren deprem süresince geçen her saniye, ona bir saat gibi gelmişti. Sarsıntılar ve yerin altından gelen gürültüler kesilince de, ürkek adımlarla etrafı dolaşmak ve neler olduğunu görmek için harekete geçti. Etrafı dolaşırken, bir yandan da; "Amcam, yengem, kuzenler ne yapıyor acaba?" diye düşünmeden edemedi. Sarsıntı nedeniyle oluşan enkazları incelemekten bir anda vazgeçerek "Hemen Samsat'a gitmeliyim," diyerek kararını verdi. Var gücüyle, açık sarı renkli patika yoldan, Samsat'a doğru çılgınca koşmaya başladı.

Çok geçmeden, mavi gökyüzü yerini, gittikçe şiddetini artıran rüzgâr nedeniyle, döne döne kabaran, kabardıkça daha da siyahlaşan, karanlık yağmur bulutlarına bırakmıştı. Gri ve Siyah bulutlar arasında, ışık nehirleri oluşturan yıldırımlar sık sık kendisini gösteriyordu. Kısa bir süre sonra, her ışık nehrinin peşi sıra, yüreklere korku salan gök gürültüleri de gelmeye başladı. Alican ise; ayakları ve ciğerleri kendisini dinlemez hale gelinceye kadar koştu. Sonunda biraz olsun nefes alıp dinlenmek için durduğunda, havaya bakıp; "Nedir bu Allah'ım?" diye kendi kendine mırıldandı. Bacaklarına biraz takat gelince de, yine aklında sorularla var gücüyle koşusuna devam etti.

POTANSİYELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin