Canlarıımm...
Size böyle hitap etmeyi o kadar özlemişim ki tahmin edemezsiniz. Birkaç haftadır kendi hayatımdan bıkıp farklı şeyler arayan biri olarak ne yapmalıyım da bu sıkıntıyı üzerimden atmalıyım diye sordum kendi kendime. İnanır mısınız bilmem ama kalbim ve beynim beni tekrardan buraya yönlendirdi. Yazı yazmayı sizinle konuşmayı çok özlemişim. Ee tabi 3 yılın verdiği paslanmışlıkta var, ondan dolayı bölümü beğenir misiniz bilmem. Ama ben çok güzel bir hevesle yazdım, umuyorum ki beğenirsiniz yorumlarınızı bölümden sonra bekliyorum haberiniz olsun. Bir de diğer duyurumda Gölgeyle ilgili birkaç konu danışmam gerekiyor sizlere, şimdiden hazır olun aklımda güzel planlar var. Şimdilik daha fazla uzatmayıp sizi bölümle baş başa bırakıyorum
İyi okumalara benim bal okurlarım... :))
6 Yıl Sonra...
"Barlaaasss, aşkım neredesin bakalım?" deyip yüzümdeki her zaman hakimiyetini sürdüren acı gülümsememle Barlas'ı arıyordum.
Çok fazla uzaklaşmış olamazdı, bu bahçeden dışarı çıkma yasağı koymuştum çünkü ona. Daha küçücüktü hem o ne kadar uzaklaşmış olabilirdi ki?
Etrafı inceleye inceleye yavaş adımlarla ilerliyordum. Herhangi bir kıpırtıya karşı o tarafa yönelecektim ki beklenen gerçekleşmişti. Fakat bu kıpırtı deĝil de kıkırtıydı daha çok.
"Allah Allah neredeymiş acaba benim minik pandam?" dediğinde eş zamanlı olarak adımlarımı kıkırdama sesi gelen yere doğru yönlendirmiştim ve söylediklerimle birlikte bu tatlı kıkırdama daha da yükseldi. Sonunda çalılıkların oraya geldiğimde sessiz bir şekilde çalılıkların arkasına bakınca orada arkasını dönũp yere oturmuş ve küçük eliyle kahkahalarını bastırmak için ağzını kapatan minik yeğenimle karşılaşmıştım.
Yeğenimin beni görmemesinden istifade ederek uzun uzun onu izliyordum. Tombiş yanakları kızarmış kıkır kıkır gülen fakat sesi duyulmasın diye kendini tutmaya çalışan minicik yeĝenim halasından yani benden saklanıyordu. Fakat ben daha fazla bu tatlılığa dayanamayarak kendimi onun görebileceĝi şekilde ortaya attım.
"Işte buldum seni! Şimdi hala seni ham yapacak!" dediĝimde küçük, tombiş bacaklarıyla zorlanarak ayağa kalkmış ve benim olduĝum yerin aksine kaçmaya başlamıştı. Hem de kahkahalarla...
"Kaçma minik panda, gel buraya!" diyerek bende ardından koşmaya başlamıştım. Istesem bir adımda yakalardım tosuncuĝumu fakat onun oyununa ayak uyduruyordum. Arkasından yavaş yavaş sanki onu yakalayacakmışcasına gidip onun bu çabasına keyifle gülmeden de edemiyordum. Karşıdan bize doĝru gelen abimi gören yeğenimin adımları daha da hızlanmıştı. Kollarını açarak babasına doĝru koşuyor aynı zamanda da kıkırdayarak konuşuyordu."Ayaaasss, Ayaaas!" Aras'a baba demek yerine ismiyle hitap ediyordu minik canavar. Ya da hitap edemiyordu desek daha doĝru olurdu. Kelimeleri tam olarak söyleyememesinin sonucu olarak ortaya tatlı telaffuzlar çıkıyordu.
Aras ise kendisine doĝru boĝum boĝum olmuş kollarını açıp ona doĝru paytak adımlarla koşan oĝlunu görüp eĝilerek kollarını açmıştı. Birazdan oĝlu gelip arkasında ona doĝru ilerleyen bana yakalanmanın verdiĝi heyecanla babasının kolları arasına atlamış ve Aras eĝilip dengesini saĝlayamadıĝı için oĝluyla birlikte arkaya doĝru düşmüştũ.
Baba oğul ikisi de bu duruma kahkahalar atıyordu. Aras işten gelip oĝlunu böyle kucağına aldıĝında içinin huzurla dolduĝunu biliyordum. Her baba böyle olurdu, bunu tahmin edebiliyordum. Günün tüm yorgunluğunu oĝluyla birlikte atıyordu bu o kadar belliydi ki! Abim Barlas doğduĝundan beri daha da hayata dönmüştü sanki. Gerçeği Barlas doğduĝundan beri hepimiz hayattaydık. Barlas bize can olmuştu, giden canın yerine gelen bir can gibi umut doluydu.
"Kuytay beni Ayass!" Yeğenimin Aras'a sıĝındıĝını görünce durduĝum yerden ikiliyi izlemeye başlamıştım. Benim tosunum babasıyla oynamak istiyordu.
"Gel bakalım pamuĝum!" Aras çimenlere uzanıp Barlas'ı göĝsūne yatırmış ve kollarını oĝluna sıkıca sarmıştı.
Aras bana göz kırpıp oĝluna biraz daha sarıldıĝında ben de gülümseyerek onların hasret gidermesine izin verip durduğum yerden hareketlenerek evin kapısına doĝru ilerlemeye başladım. Arkamda bıraktıĝım baba oğulun konuşmaları hala kulağıma geliyor ve onları duydukça yüzümde büyük bir tebessüm oluşuyordu. Adımlarımı evin kapısının önüne yönlendirdiĝimde içeri girerek mutfak tarafına doĝru ilerlemeye başlamıştım. Safir'in mutfakta olduĝunu gelen seslerden dolayı tahmin edebiliyordum.
Tahmin ettiĝim gibi Safir'i mutfakta yine hararetli bir şekilde bir şeylerle uĝraşırken görüp ona meraklı sorumu yöneltmiştim.
"Ne yapıyormuş bakalım, hamarat anne?" dediĝimde Safir arkasında kollarımı bağlayıp kapıya yaslanmış olan bana yüzünü anlık bir şekilde dönüp sonra tekrar önündekilerle ilgilenmeye devam etmişti.
"Barlas'ın sevdiĝi kurabiyeden yapıyordum."
Şeftalili kurabiye...
Barlas'ın..hiç sevmediĝi meyvenin kurabiyesi.
Aynı zamanda Barlas'ın en sevdiĝi meyvenin kurabiyesi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜĞÜM
RomanceGözleri ondan bağımsız akıyordu yine... ''Neden gittiniz he! Neden beni bir başıma bıraktınız burada? Hani çok seviyordunuz beni?Neden anne neden? Hani beni canım kızım diye severdin ya bak canını yaktılar kızının anne! Ya sen baba biriciğim der...